*** SEYYAH-I FAKİR * TÜRBEci BABA*** OĞUZ SOYU-ÜÇOKLAR KOLU-GÖKHAN BOYUNUN TÜRKÇÜ TURANCI TÜRKMEN ÇEPNİ AYVAZ OTAĞI (Âlem de ŞER Oğuz'da ER tükenmez.!)
  (6) - ŞEHİTLİKLER VE TÜRBELER: MÜDERRİS NAKŞİ ŞEYHİ HACI MEMİŞ EFENDİ (SEYYİD MUHAMMED KUDSİ ) TÜRBESİ - Seydişehir - KONYA
 




ŞEHİTLİKLER VE TÜRBELER: MÜDERRİS NAKŞİ ŞEYHİ HACI MEMİŞ EFENDİ
 
(SEYYİD MUHAMMED KUDSİ EFENDİ) TÜRBESİ - Seydişehir - KONYA


Ailece Ziyaret 30-10-2015




1.BİLGİ KAYNAĞI





SEYYİD MUHAMMED KUDSİ EFENDİ

Hayat-ı Şerifleri          

Aklî ve naklî ilimlerde derin âlim, tasavvuf ehli velîlerden ve Mevlana Halidi Bağdadi

Hazretlerinin halifelerindendir. İsmi, Muhammed bin Mustafa bin Îsâ’dır. 1784 (H.1198) senesinde Konya’nın Bozkır Kazâsı’nın Aliçerçi Köyü’nde dünyâya gelmiştir.

Annesi Halîme Hanım’dır. Hocası Ödemişli Hasan Kudsî Efendiye nisbetle, kendisine Kudsî denilmiştir. Kudsî lakabını ona Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin verdiği de rivâyet edilmiştir. Halk arasında Memiş Efendi lakabıyla tanınmıştır. 1852 (H.1269) senesi Muharrem ayının on üçünde, Salı günü, yetmiş bir yaşında iken Seydişehir yakınlarında Çavuş Köyünde vefât etmiş ve burada defnedilmiştir. Türbesi bu köyde olup halen ziyâret edilmektedir.

İlim ve irfân ile meşgûl olan bir ailenin çocuğu olarak dünyâya gelen Muhammed Kudsî Efendi, küçük yaşta Bozkır’ın Karacahisar Köyü’ne gitti. Orada akrabalarından İbrâhim Efendi adında Ebû Saîd Hâdimî Hazretlerinin talebelerinden ilim sâhibi bir zât vardı. Onun terbiyesinde büyüdü. İbrâhim Efendi vefât edince, oğlu Muhammed Efendinin huzurunda tahsiline devam etti. Sonra Kayseri’ye, bilâhare İstanbul’a, Trakya’da Tırhala’ya, Hâdim ve Antalya’ya gitti. Gittiği yerlerde ilim öğrenip tahsilini tamamladı. Aklî ve naklî ilimlerde yetişip, her ilimde söz sahibi oldu. Memleketine geri geldi. Karacahisar Köyü’nde yerleşip evlendi. Taliblerine ilim öğretmekle meşgul oldu.

Bu sıralarda Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, halifelerinden Ödemişli Hasan Kudsî Efendi’yi Konya’ya göndermişti. Hasan Efendi, Konya’nın etraf ve havâlisini dolaşarak, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’den (R.Aleyh) aldığı feyzleri saçmaya başladı. Hâdim’i ziyâret etti. Sonra Karacahisar’a geldi. Karacahisar’da ilim öğretip talebe yetiştirmekle meşgül olan Muhammed Kudsî Efendi, Hasan Kudsî hazretlerinin kendi taraflarına doğru yola çıktığını duyunca, talebelerini toplayıp karşılamaya çıktı. O mübarek zâtı birkaç gün köyünde misâfir etti. İlim ve feyzinden istifade etti. Hasan Efendi’ye hayran kaldı. Dersi ve talebeyi bırakıp, muhabbet sarhoşluğu ile Hasan Kudsî’nin peşisıra Seydişehir’e gitti. Seydişehir’e varınca, Hasan Efendi: “Muhammed Efendi, senin hâtırın için Seydişehir’de on gün kalıp, tâlim ve terbiyen ile meşgûl olacağım. Sonra sen geri dön. Meclis ve taleben dağılmasın. Dersler kesildiği zaman Konya’ya gel!” buyurdu. On gün orada kaldı. Sonra, talebelerinin başına döndü. Dersler kesilince Konya’ya gidip, beş ay Hasan Efendi’nin sohbetinde bulundu. Evliyalığın yüksek derecelerine kavuştu. Kalbinden Allah sevgisinden başka her şeyi attı. Bin yıl düşünse, Allah sevgisinden ve Allah rızasından başka bir şey aklına gelmezdi. Kemâle gelip icâzet, diploma aldı.

Hocalarından aldığı ilim ve feyzi yaymak, Allahû Teâlâ’nın kullarını O’nun râzı olduğu yola kavuşturmak vazifesi ile, Hasan Efendi’nin: “Memleketine git, irşâd ile halkı Hakk’a dâvet eyle!” emri üzerine, Karacahisar’a döndü. Orada ilim ve feyz saçmak, Allahû Teâlâ’nın emir ve yasaklarını öğretmekle meşgul olurken, Mevlânâ Hâlid’i görüp, sohbetine kavuşmak arzusu dayanılmaz bir hâl aldı. Her şeyi bırakıp Şam’a doğru yola çıktı. Allahû Teâlâ’nın rızası için çıktığı bu yolculukta, çok sıkıntı çekip pek çok manevi nimetlere kavuştu. Şam’a varınca, Mevlânâ Hâlid Hazretlerinin sohbetleri ile şereflendi. Kırk gün sohbetlerinde bulunup, feyzlere mazhar olarak, bizzat Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin icâzeti ile şereflendi. Yine memleketine gidip, akrabâ ve hemşerilerini Hakk’ın rızâsına kavuşturmakla vazifelendirildi.

Karacahisar’a geri dönüp yeniden insanlara feyz saçmaya başladı. Allahû Teâlâ’nın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etti. O belde insanlarının kendisine çok alâka göstermesi, bâzı kimselerin hasedine yol açtı. Hattâ kendisini tüfekle öldürmeye kalkıştılar. Ama Allahû Teâlâ’nın izniyle, bir kerâmet olarak kendisine doğru tutulan tüfek yana çevrildi. Bu kerâmeti meşhûr olunca, Karacahisar’da duramaz oldu. O zaman Hâce Köyü nâmıyla meşhûr olan Üçpınar Kasabası’na hicret etti. Burada da on yedi sene kalıp tâliblerine ilim ve feyz saçtı. Ancak orada da fitne ve fesat ateşi körüklendi. Bâzı kendini bilmez cahil kimselerin muhalefetine maruz kaldı. Oradan Seydişehir’e hicret etti. Seyyid Harun Velî hazretlerinin şehri olan Seydişehir’de, âdeta bir güneş gibi doğdu. Çevreye ışık saçtıklarını iddiâ eden bazı kimselerin yıldızları söndü. Hattâ kendi talebelerinden Abdullah Efendi adında birisi bile, onun bu ihtişamına dayanamayıp hased etti. Muhammed Kudsî Efendi, bu hale çok üzüldü. Onların affedilmeleri ve hidâyete kavuşmaları için duâ etti. Bu sırada Üçpınarlılar, hatalarını anlayıp, içlerinden beş yüz kimseyi seçerek, özür dilemek ve Muhammed Kudsî Efendiyi tekrar memleketlerine davet etmek üzere Seydişehir’e göndermişlerdi. Muhammed Kudsî Efendi, Seydişehir yakınlarında Çavuş Köyü’nde bulunduğu bir sırada, Üçpınarlılar geldiler. Hemşerilerinin davetini kendisine bildirdiler. Ancak Muhammed Kudsî Efendinin büyüklüğünü ve kıymetini takdir ve tasdik eden Çavuş köyü ahalisi, onun Üçpınar’a gitmesine rızâ göstermediler.

Her iki taraf da inleyerek, sızlayarak gece yarılarına kadar yalvardılar. Hangi tarafa meyletse öbür taraf kırılacaktı. Muhammed Kudsî Efendi, zor durumda kaldı. Teheccüd namazını kılıp, Allahû Teâlâ’ya el açtı. Allahû Teâlâ’nın rızâsı için kendisini davet eden bu müslümanların hiçbirini kırmak istemiyordu. Duâ edip, bu dünyadan göçmenin, zorluktan kurtulmanın en kısa yol olduğunu gördü. Allahû Teâlâ’ya duâ etti. “Biliniz ki, Allahû Teâlâ’nın evliyası için azâb korkusu, nîmetlere kavuşmamak üzüntüsü yoktur” meâlindeki Yûnus Sûresi 62. âyet-i kerîmesini okuyup gözlerini yumdu. Sabahtan kuşluk vaktine kadar “Allah… Allah…” dedi. Kuşluk vakti rûhunu Rahmân’a teslim edip, bu sıkıntılı dünyadan ebedî güzellikler alemine göçüp gitti. Cenaze namazı Çavuş Köyü’nde kılındı. Aynı köyde defnedildi. Kabr-i şerîfi onun büyüklüğünü bilenler tarafından ziyaret edilip, feyzinden istifade edilmektedir.

Muhammed Kudsî Efendi vefat edince; Muhammed Behâeddîn, Ubeydullah, Hâlid, Zeynel’âbidîn, Abdullah, Sıddîk ve Hasan adlarında yedi oğlu dört kızı kaldı. Anadolu’nun pek çok kasaba ve köylerine dağılan talebeleri, hocaları vasıtasıyla aldıkları feyzleri her tarafa yaydılar. Bu mübarek kimselerin yetiştirdiği talebeler, Doksan üç harbine, Balkan, Çanakkale, Birinci Cihan ve İstiklâl harbine katılıp, bu vatanın bize miras kalmasında büyük emek sarfettiler. Birçokları, bu uğurda canlarını feda edip, şehitlik şerbetini içtiler. Oğullarından Muhammed Behâeddîn Efendi tarafından, tercüme edilen “Şems-üş Şümûs” kitabında Muhammed Kudsî Efendinin hayatı ve dîn-i İslam’a hizmetleri uzun anlatılmaktadır.

Muhammed Kudsî Efendi’nin halifelerinin başlıcaları şunlardır; Bozkır-Kayapınar köyünden Velî HâfızEfendi, Hisarlık köyünden Mustafa Efendi, İstanbul’da Hacı Feyzullah Efendi, Ahıska’dan Hacı Halîl Efendi, Sivas’dan Hacı Mustafa Efendi, Bozkır-Otan (Evtân) köyünden Muhammed Efendi, Kovanlık köyünden Velî Hâfız Efendi, Yalıhöyük köyünden İbrâhim Efendi, Ahırlı köyünden Süleymân Efendi, Akseki kazâsı Çemi köyünden Hacı Muhammed Efendi, Alanya Kızılağaç köyünden Ahmed Efendi, Elmalı’dan Hacı Hüseyin Efendi, Seydişehir’de Hacı Abdullah Efendi, Rûşenbe kazâsının Senir köyünden olup Yalvaç’ta oturan Hacı Hasan Efendi, Burdur’da Abdullah Efendi, Buhârâ’dan gelip Taşkent’te yerleşen Fâdıl Efendi, Alanya’da Ali Efendi, Ermenek Lafza köyünden Ali Efendi, Tavas (Davdas) köyünden Mustafa Efendi, Üregil’de Ali Efendi, Antalyalı Ali Efendi, Niğde’deAbdülkâdir Efendi, Konya’da Hâfız Ahmed Efendi ve Nûrî Efendi, Alibeyhöyüğü köyünde Hacı Ahmed Efendi, Tarsus’ta Gönlükü Hacı İbrâhim Efendi, Akseki-Manâval köyünden Süleymân efendiler (aynı isimden iki kişi), Seydişehir-Karaviran köyünden Abdullah Efendi, Çavuş köyünden türbedâr Mûsâ Efendi, Beyşehir’de Hacı Ahmed Efendi, Güzelhisar’daHacı Efendi, Bozkır’da Ahırlı köyünden Hasan Efendi, Kırımlı Hacı Efendi, Isparta’da Osman Efendi, Manisa’da Ali Efendi, Tekeli’de Ali Efendi, Hâdim-Purluğu köyünden Ali Efendi, Belviran-Kanka köyünden Hüseyin Efendi, Manisa civârında İsmâil Efendi, Düşenbe kazâsı Senir köyünde Hacı Efendi, Bayır köyünde Abdürrahmân Efendi, yine Bayır köyünde Muhammed Efendi, Trabzonlu Muhammed Efendi, Aladağ-Yağcılar köyünden Abdülkâdir Efendi, Konyalı Hacı Ömer Efendi, Şebinkarahisar’dan Nûrî Efendi, Bozkır’da Mire köyünden Mustafa Efendi.

Muhammed Kudsî Efendi, orta boylu, esmere yakın buğday tenli, açık alınlı, kaşlarının arası açık, ince uzun kaşlı, gözleri siyah, burnunun ucu yüksekçe, ağzı büyükçe, sakalı sık bir zât idi. İri ve kuvvetli kemikliydi. Alnında vilayet nûru parlar, aniden göreni heybet kaplardı. Vakar ve sekîne sahibi idi. Asla kahkaha ile gülmezdi. Bazen tebessüm ederdi. Güleç yüzlü, dili çok fasîh, yüzü pek melîh idi. Gören ayrılmak istemezdi. Hep marifetten ve hakikatten konuşurdu. Hiç fuzûli konuşmazdı. Hep hayırlı nasihat ederdi. Dünya veya bir başka bakımdan gönül sıkıntısı ile huzuruna gelen, hakîmâne sözlerini dinleyince, gönlü açılır, içi rahatlar, dünya ve dünyalık sevgisinden ve arzusundan kurtulur, bir anda, bütün kalbi ile Allahû Teâlâ’ya yönelirdi. Garîblere, yetimlere, miskinlere acır, yardım ederdi. Cömertlikte zamanının bir tanesiydi. Borçluların borçlarını öderdi. Dünya değil, ahiret zenginiydi. Dâhilî ve harici, nafaka ve giyeceklerini üzerine aldığı yirmiden çok cemâati vardı. Gelen giden misafiri sayısızdı. Taşlık bir köyde oturduğu hâlde, hepsini yedirir ve giydirir, herkesi dünyadan uzaklaştırır, ahirete yaklaştırırdı. “Rızk için üzülen kimse, insan defterinden hâricdir” buyururdu. Dînin ahkamına riayette canını feda ederdi. “Bir kimsenin dinimizin emir ve yasaklarına uymada ne kadar noksanı varsa, tasavvuf yolunda da o kadar noksanı vardır” buyururdu.

Kerâmet göstermekten çok sakınırdı. Talebesinin ihlasına sebeb olacaksa izhar ederdi. Kabiliyeti az olan bir talebesi, üç saatlik mesafedeki bir köyde kendi kendine: “Ne için bir hocaya bağlanayım ve bir takım sıkıntılar çekeyim, bundan sonra diğer insanlar gibi dünya işimle meşgul olayım?” diye düşünüp, o hazretin huzuruna geldi. Ama içinden geçeni hiç kimseye söylememişti.

Muhammed Kudsî Efendi: “Hacı Efendi, yol göstericisi olmayana şeytan yol gösterir değil mi? Doğru yoldan çıkmağa akıllı kimse nasıl cesaret edebilir?” buyurup, onu bozuk düşüncelerden kurtarmış, hak yolda devam etmesine vesile olmuştu.

Vazife verdiği bir talebesi rahatsızlanarak verilen vazifeyi yapmaya dayanamadı, memleketine gitmek istedi. “Gitme, vazifeyi tamamla, korkma, ölmezsin.” buyurdu ise de, îtimâd edemeyip gitti. Memleketinde, hasta ve ümitsiz halde yatarken, bir gece o hazreti yanında gördü. Elinde bir kazma vardı. Karnında ağrıyan yere, o kazma ile, bir defa kuvvetle vurup, oradan bir şey çıkarırken uyandı. Hastalıktan eser kalmadığını gördü. Tekrar gidip hocasına teslim oldu.

Kendisini imtihân için, yemekleri helâlden olmayan bir ziyafete çağırdılar. Yemekleri görünce, Allahû Teâlâ’nın izniyle helâlden olmadıklarını anladı. Ev sahibinden özür dileyip, yemeklerden yemedi. Ev sahibi, onun büyüklüğünü anlayıp, tövbe etti. Hâlis talebesi oldu.

Cebinde para olmadığı halde, para isteyenlere, elini cebine sokar çıkarır para verirdi. Bu kerâmet kendisinde çok sık görülürdü.

Ders okumak, ilim tahsil etmek için uzaklara gitmiş bir talebesi, bir meseleyi anlayamayınca, rüyasına girer, ona öğretir, gelince de latîfe yollu ona takılırdı.

Vefatından on üç sene sonra türbesi yapılırken, lahdi açıldı. Vücûdu, hayattaki gibiydi. Kefeni ve teni hiç bozulmamış, yeni defnolunmuş gibiydi.

 Kaynak:https://seyyidmuhammedkudsiefendi.wordpress.com/



2 .BİLGİ KAYNAĞI

 

MÜDERRİS – NAKŞI ŞEYHİ HACI MEMİŞ EFENDİ (MUHAMMED KUDSİ) ’NIN HAYATI kaddesellâhü sırrahu’l azîz 1784-1852
 
Hacı Memiş Efendi yalnız Konya’nın değil, bütün Anadolu’nun ilminden ve feyzinden istifade ettiği büyük bir Âlim ve ünlü bir Veli’dir.
Hacı Memiş (Muhammed Kudsi) Efendi 1784 yılında Konya ili, Bozkır ilçesi, Ali Çerçi köyünde dünyaya geldi. Babasının adı Mustafa Efendi, annesinin adı Halime Hanım’dır. Soyu Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleme dayanır.
Çocukluğu Bozkır’ın Karacahisar köyünde geçti. Kendi akrabalarından aynı zamanda Ebu Said Hadimi Hazretleri’nin de talebesi olan İbrahim Efendi’nin terbiyesi altında yetişti.
Daha sonra Karacahisar’da İbrahim Efendi’nin oğlu Müderris Yeğen Muhammed Efendi’den de ders alarak ilmini genişletti.
Alanya, Hadim, Kayseri ve İstanbul’da tahsiline devam ederek eşi bulunmaz bir âlim oldu.
Mevlana Halidi Bağdadi Hazretleri’nin halifesi olan Ödemişi ؛ Şeyh Hasan Kudsi Efendi’den Nakşı Halidî Tarikatı İcazeti aldı.
Şam’da bulunan Mevlana Halidi Bağdadi Hazretlerini görme arzusu kendisinde dayanılmaz bir hal alınca Şam’a gitti. Kırk gün Mevlana Halidi Bağdadi kaddesellâhü sırrahu’l azîz Hazretleri’nin sohbetinde bulunarak O’ndan da icazet aldı.
Bir müddet Kudüs’te kaldı. Oradan Mekke-i Mükerreme’ye giderek Hacı oldu. Sonra, Karacahisar’a dönerek medresesini kurdu. Öğrenci yetiştirmeye başladı.
Daha sonra, Bozkır Hocaköy (Üçpınar) ١e yerleşti. Hocaköy (Üçpınar)’de yine medresesini kurarak öğrenci yetiştirmeye devam etti. Orada 17 yıl kaldı.
Hocaköy (Üçpınar)’de kendisini çekemeyenlerin çoğalması üzerine Seydişehir’e göç etti. Seydişehir’de talebesi Hacı Abdullah Efendi’nin yanında 5 ay kaldıktan sonra aynı ilçenin Çavuş köyüne gitti. Çavuş’ta da medresesini kurarak talebe okutmaya devam etti.
Hacı Memiş Efendi (kaddesellâhü sırrahu’l azîz)’nin torunlarından Zeynel Abidin Efendi (rahmetullahi aleyh), Rıfat Efendi (rahmetullahi aleyh) ve Ziya Efendi (rahmetullahi aleyh) 1909’da Konya’da Islahı Medaris’i açtılar. Onların yetiştirdikleri talebeler Memleketimize pek çok hizmetlerde bulundular.
Bunlardan bazıları: Fahri Kulu, Hacı Veyiszade Mustafa Kurucu, Saatçi Osman Efendi, İbrahim Hakkı Konyalı ve Abdullah Tanrıkulu (rahmetullahi aleyhim ecmain).
Ayrıca, sayıları elliye yaklaşan Halifeleri ile de Nakşibendî Tarikatının Halidiye kolunun Anadolu’da yayılmasına vesile olmuştur.
Diğer oğulları Karaman ve Bozkır civarında faaliyet gösterdiler.
İlim ve tasavvufu birlikte yürüten Memiş Efendi (kaddesellâhü sırrahu’l azîz) Miladi 28 Ekim 1852 / Hicri 14 Muharrem 1269 yılında Perşembe günü 71 yaşında iken Çavuş köyünde Hakk’ın Rahmetine kavuşmuştur. Allah rahmet eylesin.
Talebelerinden ve Halifelerinden Hacı Abdullah Efendi, Hacı Memiş Efendi’yi yıkayıp kefenlemiş, Hocaköy’den gelenlerin hazır olduğu kalabalık bir cemaatle cenaze namazını kıldırmıştır. Çavuş köyündeki medresenin yanındaki yerde sırlanmıştır.
Hacı Memiş Efendi’nin külahla örtülü, olan türbesi Hacı Abdullah Efendi’nin öncülüğünde 1866 yılında yaptırılmıştır.
Hacı Memiş Efendi vefat ettiği zaman geride; bir post, bir hasır, bir çarık ve birde asa’dan başka bir şey bırakmamıştır.
Hacı Memiş Efendi’nin soyundan pek çok âlim ve şeyh yetişti Hiçbir âlimin neslinden bu kadar çok ilim adamı ve şeyh çıkmamıştır.
Hayatta iken: “Vücudunu çürüten er olmaz” buyururlardı. Vefatından 13 yıl sonra türbesi inşa edilirken kabri açıldığı zaman kefeni ve vücûtları, hayatta olduğu gibi hiç bozulmadığı görülmüştür.
Baki âleme göç ettikleri zaman 4 hanımından 7 oğlu ve 4 kızı bulunmakta İdi.
Hacı Memiş Efendi’nin türbesi Konya-Seydişehir yolu üzerinde, Konya’dan itibaren 70. km.deki Çavuş Kasabası’ndadır.
HALİFELERİNDEN BAZILARI:
-Konya’da Hacı Memiş Efendi’nin en büyük oğlu Şeyh Muhammed Bahaeddin Efendi (rahmetullahi aleyh) (vf. 1906);kabri Hacı Fettah Mezarlığı’ndadır.
-Kadınhanı’nda Topbaşzade Hacı Ahmed Kudsi Efendi (rahmetullahi aleyh) (vf,1889);kabri Mevlana Türbesi bahçesindedir.
-Bozkır Avdan Köyünden Muhammed Zahreddin Efendi (rahmetullahi aleyh) (vf.1859), kabri Bozkır Avdan’dadır.
-Seydişehir’de Şeyh Hacı Abdullah Efendi (rah-) (vf.1903),
-İstanbul’da Şeyh Hacı Feyzullah Efendi (rahmetullahi aleyh) (vf. 1876)
HACI MEMİŞ EFENDİ’NİN ŞEMAİLİ VE AHLAKI
Hacı Memiş Efendi (kaddesellâhü sırrahu’l azîz) orta boylu, esmere yakın tenli olup alın ve kaşlarının arası açık idi. Kaşları ince ve uzun, gözleri orta ve siyah idi. Burnunun ucu yüksek, ağzı büyük ve genişti. Sakalı gür ve büyükçeydi. Vefat ettiği zaman beyazı siyahından daha çoktu. Kemikleri iri ve kuvvetli idi. Alnında velilik nûru parlamakta olup heybetli bir görünüşe sahipti. Kendisini aniden gören kimse korku ile dolardı.
Hacı Memiş Efendi gayet vakur ve sekinet sahibiydi Asla kahkaha ile gülmezdi Ara sıra tebessüm ederdi. Çok sıcak kanlı idi Kendisi ile sohbet eden kimse ondan asla ayrılmak istemezdi Dili tatlı, yüzü gayet sevimliydi Daima hakikatlerden bahseder, marifetleri açıklardı. Hiçbir zaman gereksiz konuşmaz, daima hayırla nasihat buyururlardı. Sözlerini işiten kimseye asla usanma gelmezdi. Keramet eseri olarak, kim dünya sıkıntı ve darlıkları yönünden şikayetçi olarak onun yanma gelse, hemen ferahlığa kavuşur, büyük bir rahatlık hissederdi. Eğer kendisinde dünya sevgisi varsa, hemen yok olur, geçim sıkıntısı ve dertlerinden kurtulurdu. Netice olarak ilahi dergaha yönelen melek yüzlü bir kimse oluverirlerdi.
Gariplere, yetimlere, yoksullara çok yardım ederdi. Cömertlikte ve eli bollukta zamanın bir tanesiydi. Dünyaya ve içindekilere iltifat göstermezdi. Sayılmayacak derecede evinde misafirleri olurdu. İmkanları kıt bir köyde oturmasına rağmen hepsini yedirir, içirirdi. Herkesi dünya sevgisinden meneder, Allah’ın sevgisini yöneltirdi. Rızık için üzülenlere: “Rızık için üzülüp ızdırap çeken kimse insan defteri dışındadır.” buyururdu. 
HANIMLARI
HAVVA HANIM: Ali ÇerçiIi Samet Hoca Efendi’nin kızıdır. Mezarı Bozkır Hocaköy Kabristanı’ndadır.
GÜMÜŞ KADIN: Hocaköylü Halim Efendi’nin kızıdır. Kabri Hocaköy Kabristanı’ndadır.
EMİŞ KADIN: Bozkır Şeyhi’nin kızı. Kabri Bozkır’dadır. EMİNE HANIM: Memiş Efendi’nin Hocası Odeıııisli Hasan Kudsi Efendi’nin vefatı üzerine dul kalan eşidir. Kabri Konya Hacı Fettah Mezarlığı’ndadır.
ERKEK ÇOCUKLARI MUHAMMED BAHAEDDİN EFENDİ
Hacı Memiş Efendi’nin ilk hamını Havva Hanımdan en büyük oğludur. 1834’de Bozkır Karacahisar’da doğmuştur. Hasan Kudsi Efendi’nin kızı Emine Hanım’la evlenmiştir. 1862’de Konya Bekir Sami Paşa Medresesi’ne Müderris oldu. 44 yıl bu medresede eğitim öğretim faaliyetleri yanında Nakşî Halidi Tarikatı üzerine Babasının Halifesi olarak irşat görevini yürüttü. Orayı bir ilim merkezi haline getirdi. 1906’da Konya’da vefat etmiştir. Şeyh ve müderris idi. Türbesi, Konya ili Meram ilçesi Hacı Fettah Mezarlığı’ndadır. Zeynelâbidin Efendi (rahmetullahi aleyh) (1866- 1940) ve Muhammed Rifat Efendi (rahmetullahi aleyh) (1872-1920) ve Ahmet Ziya Efendi (rahmetullahi aleyh) (1877-1925) isimlerinde üç çocuğu vardır.
MUSTAFA ASIM EFENDİ(KOCA MÜFTÜ):
Bozkır Müftüsü idi. M. 1906’da Hocaköy’de vefat etmiştir. Orada metfundur.
UBEYDULLAH EFENDİ:
M.1881’de Hocaköy’de vefat etmiştir. Kabri, Hocaköy Kurşunlu Camii bahçesindedir.
HALID EFENDI:
(1841 – 1909) Karaman’da vefat etmiştir. Kabri Karaman Ketane Camii bahçesindedir.
ZEYNELÂBto^ EFENDİ:
18 yaşında Bozkır Karacahisar köyünde vefat etmiştir. Kabri oradadır. Kur’an-ı Kerim Hafızı idi.
SIDDIK EFENDİ:
(1851 – 1921) Bozkır Hocaköy’de vefat etmiştir. Orada metfundur.
HASAN KUDSİ EFENDİ:
(1847 – 1921) Konya’da vefat etmiştir, Kabri Hacı Fettah Mezarlığındadır.
KIZ ÇOCUKLARI
HAVVA HANIM:
Bozkır-Karacahisar’da doğmuştur. Softa Hoca Mehmet Efendi ile evlenmiştir. Kabri Bozkır Hocaköy’dedir.
FATMA HANIM.
Bozkır Kadısı Abdullah Efendi ile evlenmiştir. M.1863’de Hocaköy’de vefat etmiştir. Kabri oradadır.
AYŞE HANIM:
Avdan’lı Şeyh Muhammed Zahreddin Efendi ile evlenmiştir. Kabri Bozkır Avdan köyündedir.
HATİCE KJBRA HANIM:
Hoca köylü Mehmet Efendi ile evlenmiştir. M.1926 yılında Bozkır Hocaköy’de vefat etmiştir. Kabri Hocaköy’dedir.
HACI MEMIŞ Kaddesellâhü sırrahu’l azîz EFENDI’DEN MENKIBELER
1-        Hacı Memiş Efendi (Kaddesellâhü sırrahu’l azîz) her zaman Allah’ın emirlerini ve yasaklarını insanlara bildirmeye çalışırdı. Dini uğrunda canını feda etmekten çekinmezdi. İslam ın emirlerine uymada çok titizlik gösterir; “Bir kişinin şeriatta ne kadar eksikliği varsa bir o kadar da tarikatta noksanı olur!” derdi. Tarikatla şeriatı bir bilirdi. Herhangi bir konuda, “Şeriatte böyle amma hakikatte veya tarikatte bu böyle değil” diyenlere çok kızar ve: “Bunlar Şeytana uyarak temiz şeriati işlemez hale getirirler ve böylece sapıklardan olurlar” buyururdu. Memiş Efendi’nin temsil ettiği ilim ve tasavvuf hareketi Ebu Said el- Hadimi’nin ilimi geleneğine ve Mevlana Halidî Bağdadî Kaddesellâhü sırrahu’l azîzin tasavvufî anlayışına dayanır.
2-        Hacı Memiş Efendi (Kaddesellâhü sırrahu’l azîz) İslam’ın yaşanması için çalışır ve didinirdi. Şeriatle hakikati bir bildiği için. “Şeriat hakikatin ta kendisidir. Bazıları kabuk ve iç ile bir benzetme yapmışlarsa da biz buna razı değiliz. Çünkü kabuk ile iç arasında nevi bakımdan ayrılık vardır” buyururdu.
3-        Hacı Memiş Efendi (kaddesellâhü sırrahu’l azîz)’nin Alim bir müridi vardı.25 sene fakirlik çektiğinden dolayı, ücretli olarak köylere Ramazan imamlığına (cerr)’e giderdi Ona: “Cerre çıkma! Yanında olanla kanaat et! Allahü Zülcelal’e tevekkül ol! Eğer geçmiş senenin gelirlerinden az olursa, eksiğini ben tamamlayacağım” buyurdu. O alim mürid cerre çıkmakdan vazgeçerek eldeki ile kanaat etti. O zat sonradan; “Senelerce sefillik çektim. Geçim darbğım vardı. Bir mal sahibi de olamadım. Şimdi ise, Allah’a hamdolsun hem sefaletten kurtuldum, hem de mal sahibi olarak zengin oldum.” diyerek devamlı şükrederdi.
4-        Hacı Memiş Efendi (kaddesellâhü sırrahu’l azîz) Keramet göstermekten çok çekinirdi. Eğer keramet bir müridin kurtuluşuna sebeb olacaksa çaresiz olarak açığa vururlardı. Nitekim alimlerden çok yavaş kabiliyete sahip bir müride, bir gün üç saatlik bir uzaklıktaki bir köyde bir kalb daralması geldi, içinden şöyle geçiyordu: “Alemde şeyh endişesini neden çekeyim, Tarikat için neden bir sürü zahmete katlanayım? Bu meslekten bir şey anlayamadım. Bundan sonra ben de diğer insanlar gibi kendi işlerimle meşgul olacağım” diyerek tasavvufu inkara yöneldi. Bu düşüncelerini hiç bir kimseye açmadan Hacı Memiş Efendi’nin huzuruna gelince, Hacı Memiş Efendi ona: “Kimin şeyhi yoksa onun şeyhi şeytandır!., değil mi? Hak yoldan çıkmaya hangi akıllı cesaret edebilir?” buyurarak o müridinin yanlış düşüncesini gönlünden çıkardı.
5-        Hacı Memiş Efendi (kaddesellâhü sırrahu’l azîz)’nin öğrencilerinden biri, rüyasında kendisini Yazıcızade Muhammed Efendi’nin ‘Muhammediyye’ adlı kitabını cild ve kağıdı ile beraber yediğini gördü. Uyandıktan sonra: “Inşaallah bundan sonra Hacı Bayram Veli ve Yazıcızade Muhammed Efendi hazretlerini ziyaret edip oraya intisap edeyim. Bizim feyzimiz oralardan görünüyor” diye rüyayı yorumladı. Namaz vakti yaklaşınca namaz kılmak için camiye çıkınca Hacı Memiş Efendi o zata yöneldi ve aniden: “Bir kimse önündeki hazır olan bayramı bırakıp da niçin başka yere Bayram aramağa gitsin? Bazan kişiye şeyhinden olan feyzi diğer bir şeyhtenmiş gibi görünür. Bu Allah’ın bir hikmetidir. Sen amellerinde samimi ol!” diyerek öğrencisine güzel bir ders verdi.
6-        Hacı Memiş Efendi (kaddesellâhü sırrahu’l azîz)’in bir müridi tasavvuf! eğitimini tamamlamadan memleketine gitmek istedi. Hacı Memiş Efendi ona; “Gitme! Eğitimini tamamla! dedi. Buna rağmen o kişi memleketine gitti. Sonra çok ağır bir hastalığa tutuldu. Hasta ve ümidsiz bir halde yatarken, bir gece rüyasında Hacı Memiş Efendi’nin yanında olduğunu gördü. Hacı Memiş Efendi elinde bir kazma ile karnındaki hastalığa sebeb olan şeyin üzerine birkaç defa vurup oradan bir şey çıkardı. Öğrencisi uyandığında hiçbir hastalığının kalmadığını görünce Allah’a hamd ederek tekrar hocasının yanma döndü.
7-        Hacı Memiş Efendi yetenekli öğrencilerine ilgi alaka gösterirdi. Böyle bir öğrencisine; “Sen denizin ötesine bile gitsen benim elimden kurtulamazsın” buyurdu. Bir süre sonra, o öğrenci ilim tahsili için Mısır’a gitti. Bir gün dersini anlamadığı için üzüntülü olarak uyuya kaldı. Gece rüyasında dersi tamamıyla öğrenmişti. Senelerden sonra Hacı Memiş Efendi’yi ziyarete geldiğinde Hacı Memiş Efendi ona tebessüm ederek; “Sana ben denizin ötesinde bile olsan elimden kurtulamazsın demedim mi?” diye buyurdu. Bu sözlerinden sonra o mürid o geceleyin öğrenmiş olduğu dersin Hazretin öğrettiğine dair kerametlerini hissettiğini sonradan anlatmıştır.
8-        Hacı Memiş Efendi’nin türbesine bitişik olan cami, zaman içinde harap olup, ihtiyacı karşılamayınca yıkılarak yerine biraz daha geniş olarak yeniden yapılmıştı. Cami inşaatı devam ederken Beyşehirli bir kimse gelip kapı ve pencereleri kendisinin yaptıracağım bildirmiş. Beklemedikleri bu yardım karşısında: “Rüyanda babanı mı gördün?” diye takıldıkları o kişi şunları söylemiş:
“Ben 6 yaşıma kadar felçli idim ve yürüyemiyordum. Annemle babam beni alarak Hacı Memiş Efendi’nin türbesine gelip, sandukanın yanına yatırdılar. Kendileri de namaza durunca sandukadan bir el uzanarak beni ayağa kaldırdı. Ben de yürüyerek aşağıya inmeye başlayınca, namazlarını bozarak arkamdan yetişen annemle babama durumu anlattım. Bu yüzden merhuma minnet borcum vardı, onu ödemek istedim” dedi.
9-        Şeyh Mustafa Efendi, Hacı Memiş Efendi (kaddesellâhü sırrahu’l azîz)’nin halifelerin dendi. Hacı Memiş Efendi (kaddesellâhü sırrahu’l azîz)’nin vefatından sonra kabirlerini tamir hususunda çok gayret sarf eder. Tamir esnasında kabir, ayak tarafından açılır. Mustafa Efendi elini açılan yerden kabre sokunca mübarek ayaklarının vefatı uzun seneler geçmesine rağmen hala sıcak, soğumamış olduğunu görür. Kabirde yatan Efendimiz Hazretleri; “Daha sıcak değil mi?” diye buyurmuşlar. Bu sözleri işiten halife hazretleri bağırarak düşüp bayılmıştır. Bu halde bir müddet yatmışlardır.
10-      Bir adam Hacı Memiş Efendi için; Ben bir yemek hazırladım. Eğer kâmil (haluk, gerçek) bir veli, evliya ise bu hazırladığım ve meşru olmayan yemeği yemez dedi ve Hacı Memiş Efendiyi evine yemeğe davet etti.
Hacı Memiş Efendi müritlerinden birini alarak davete icabet etti. Eve vardılar yemeği yemek için sofraya oturdular. Mürit oruçlu olduğu için başka bir odaya gitti. Ev sahibi Hacı Memiş Efendiye; Efendim müridinizde sofraya çağırsanız dedi. Hacı Memiş Efendi adamın niyetini anladığından. “O bir şahindir. Değme leşe kanmaz!” Buyurdu. Adam bu sözden bir şey anlamadı. Bu sefer müridin yanma gidip, Hacı Memiş Efendi seni sofraya bekliyor dedi.
Mürid’de; “Efendimiz Hacı Memiş Efendi koskoca bir okyanustur. Herhangi bir leş onu asla bulandıramaz” dedi. Bu sözlerden sonra yaptığı İşten utanan adam yaptıklarından dolayı tövbe istiğfar edip Hacı Memiş Efendinin samimi talebelerinden oldu.
11-      Devlet tarafından Konya yöresine gönderilen ve büyük âlimlerden olan bir müfettiş Bozkır’a gelir. Burada Ha- lidiye tarikatına ve Hacı Memiş Efendiye intisap edenlere zulüm ve işkence edermiş. Bu müfettiş sonunda Hacı Memiş Efendi’yle de karşılaşmış. Hacı Memiş Efendi’ye; Allah, Kur’an-ı Kerim (Zümer suresi 54. Ayetinde:) “Rabbinize inabe edin (bağlanın)” buyuruluyor. inabe şeyh olmaz, Hakk olur der.
Hacı Memiş Efendi; Sen alim birisin, ayette geçen “Rabbinize” (ila rabbiküm) kelimesinde geçen “ila” niçin? Konulmuştur diye sorar.
Müfettiş; “ila” kelimesi Arap dili kurallarına göre bir şeyi sonlandırmak İçin kullanılır deyince Hacı Memiş Efendi: “Efendi Allah hakkında bir son olur mu? Başlangıcı yok ki sonu olsun. Hakkin varlığına başlangıç ve son düşünmek caiz değildir. Böyle bir şey asla mümkün de değildir. Fakat Allah yolunda fani olan ve Hakka ulaşan Şeyhe bağlanmak Hakka bağlanmaktır” buyurur. Bu cevaptan sonra âlim olan bu müfettiş yanlış düşüncelerden vazgeçer ve Hacı Memiş Efendinin iyi bir öğrencisi olur.



 
  SON BİR (1) YILIN TOPLAMI 31457 ziyaretçi kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol