*** SEYYAH-I FAKİR * TÜRBEci BABA*** OĞUZ SOYU-ÜÇOKLAR KOLU-GÖKHAN BOYUNUN TÜRKÇÜ TURANCI TÜRKMEN ÇEPNİ AYVAZ OTAĞI (Âlem de ŞER Oğuz'da ER tükenmez.!)
  (25) - ŞEHİTLİKLER VE TÜRBELER: ALİ BİNGAZİ, SOMUNCU BABA, KABAK ABDAL. ŞEYH ALİ KARA(K.S) VE SEYYİD HASAN GAZİ TÜRBELERİ.. - MALATYA
 


ALİ BİNGAZİ, SOMUNCU BABA, KABAK ABDAL. ŞEYH ALİ KARA(K.S) VE SEYYİD HASAN GAZİ TÜRBELERİ - MALATYA

1994 lerde kendim ve daha sonrada 25-04-2017 Tahihinde Arkadaşlarımızdan Numan SARI ve Osman GEDİKLİ ile birlikte Türbe Ziyaretleri için  kısa bir süreliğine de olsa uğradığımız.. MALATYA









BATTAL GAZİNİN OĞLU ALİ BİNGAZİ TÜRBESİ

SEYYİD HASAN GAZİ HAZRETLERİ

HASAN GAZİ HAZRETLERİ
Anadolu topraklarında, Darende’de kendi adıyla anılan bir tepenin başında bir şehit ve seyyid mezarı vardır. Bu mübarek kabir; Battal Gazi’nin amcası ve kayınpederi olan “Seyyid Hasan Gazi” Hazretlerinindir. Darende’nin Zengibar kalesinin güneydoğusunda Ilıcak mahallesinin üst kısmında “Hasan Gazi” tepesinde şehit düştüğü yerde medfundur. Hanifi Hoca, el yazması Darende Tarihi adlı eserinde; burada medfun olduğunu zikreder. Hicri 150-200 yılları arasında Abbasi Hükümdarı Emir Ömer zamanında ordu kumandanı olarak görevlendirildiği nakledilmektedir.

Yine 1888 (h.1306) tarihli “Sivas Vilayet Salnâmesinde; “Ğazzat-ı Kiramdan Hasan Gazi” cümlesiyle başlayan ibarede kabrinin Darende’de olduğu belirtilmektedir. Kabir taşında “Fahr’il-Ulema Eş-Şehid Hasan Gazi” ayak taşında ise “Tarih Sene 830 Rahmetullahi Aleyh” yazılıdır. Ancak bu taşın ve yazıların daha sonraki dönemlerde eklendiği tahmin edilmektedir. Battal Gazi’nin hicri 122 yılında vefat ettiği birçok kaynakta zikredilmekle birlikte(buna en yakın tarihler miladi 740 senesidir) Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, Battal Gazi’nin Abbasi Hükümdarı Harun Reşid (ö.809) döneminde yaşadığını zikretmektedir. Bu itibarla hicri-150-200 yılları arasında ordu kumandanlığı yaptığı bilinen Hasan Gazi’nin bu yıllarda şehit düştüğü söylenebilir. Yine mevcut bina “Seyyid Hacı Bekir’in Hayratı sene –1242-” tamir kitabesinde belirtildiği gibi bundan 183 yıl önce yapıldığı anlaşılmaktadır. 
Darende ve civarında çok büyük bir saygınlığı olan Seyyid Hasan Gazi Hazretleri hakkında yöre halkı tarafından bazı efsaneler anlatılmaktadır. Bunlardan birine “Fırat Havzası Efsaneleri” adlı eserde rastlıyoruz. Efsane şöyle anlatılmaktadır. 
Destanlarımızdan, halk hikâyelerine, masallarımıza kadar her metin türünde gördüğümüz, ölüp - dirilme motifi, burada da yer almaktadır. Hasan Gazi ve diğer ermiş insanlarda görüldüğü gibi türbesinden çıkar; işlerini yaptıktan sonra, tekrar yerine girer. Manas da türbesinden çıkıp yiğitlerine yardım etmemiş miydi? Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında, Silifke civarında bulunan dağdan o tarafa doğru giden mavi ışığı kim göndermişti?
Rivayete göre Hasan Gazi her sabah, erkenden türbesinden çıkar; abdest almak için, tepeden aşağıya iner ve abdestini aldıktan sonra tekrar türbesine girermiş. 

Bu hadiseye, mahalleden şahit olan insanların sayısı oldukça fazladır. Yine bir gün, çevre köylerden gelen bir adam, tepenin eteğinde, aksakallı bir ihtiyarın abdest aldığını görür. Adam şaşırıp, kim olduğunu öğrenmek için, peşinden gider. Yukarıya çıktıklarında, ihtiyar, türbesinin içerisine girerek, namaza durur. Dışarıda bekleyen köylü, aradan uzun bir sürenin geçmesine rağmen, ihtiyarın hala çıkmadığını görünce, oda içeriye girer. Girer, ama ortalıkta hiç kimse yoktur.
Bu hadise, o günden sonra, her gün tekrar edilir. Onu gören o kişi, her sabah aşağı inerek, aksakallı ihtiyarın abdest alışını ve yukarı çıkışını seyreder. 

Günler, böyle devam edip giderken, bizim köylü de, artık içindeki sırrı saklayamaz olur. Daha sonra da, yavaş yavaş çevresindekilere anlatmaya başlar. Başlar, ama o günden sonra da, bir daha Hasan Gazi 'nin abdest aldığını göremez.
"Belki bugün, belki yarın, belki bir başka gün gelir" diye bir yıl boyunca bekler, ama bu bekleyiş boşunadır... 

Yine Ilıcak ve Hacıderviş Mahallesi sakinlerinden her Perşembe gecesi Hazan Gazi tepesine nur doğduğunu görenler vardır. Ayrıca “kelle koltukta savaş” hadisesinin bir anlatım şekline de menkıbelerde rastlıyoruz. Rivayete göre; Seyyid Hasan Gazi küffarla savaş esnasında kılıçla kafası kesilir. Ama o, kesik başını koltuğunun altına alır, savaşa devam eder. Ne zaman ki, onu bu haliyle fark ederler ve; “Kafası kesik olduğu halde savaşıyor” derler, o zaman olduğu yere düşer. Tabii ki oraya defnedilir ve kabri ziyaretgâh olur.

Hâsılı Darende çok büyük manevi değerlere sahiptir. Bu manevi şahsiyetler asırlardır bu beldeye huzur, bereket ve feyiz saçmışlardır. Memleketin sahibi olan büyük şahsiyetler, manevi değerlere hürmeten hizmet etmeyi görev telakki ederek, “Hasan Gazi Tepesi’nin” imarı ve ihyası için kolları sıvadılar. Elbette her zaman olduğu gibi kıymetli Darendelilerin destek ve yakın ilgileri ve belediye işbirliği ile Es-seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Başkanı Sayın H. Hamidettin Ateş Efendi, yine kadirşinaslık göstererek büyük bir projeyi hayata geçirme gayretindedir.

Kaynak:www.biyografi.net

Hasan Gazi Türbesi ve Şehitlik Anıtı (Darende)

 

Malatya ili Darende ilçesinde, Şehitlik Tepesi olarak anılan yerde “Fahr'ül Ulema Seyyid'üş-Şüheda” Seyyid Hasan Gazi’nin türbesi bulunmaktadır. Hasan Gazi, Hz. Peygamber'in torunlarından, Hüseyin Gazi'nin kardeşi, Seyyid Battal Gazi'nin amcası ve aynı zamanda kayınpederidir. Hasan Gazi Abbasiler döneminde Zengibar kalesinin kuşatmasında 830 yılında şehit olmuştur. 

Türbe mescit inşası ve çevre düzenlemesi Sarımehmetzâde Mimar Yücel Sarı ve çocuklarının katkılarıyla Es Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı'nca yapılmıştır. 26 Ağustos 2005 tarihinde açılışı yapılarak hizmete sunulmuştur. 

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı H. Hamidettin Ateş’in teklifi, Darende Belediyesi’nin ve Mimar Yücel Sarı’nın da destekleriyle Darende'de Şehit Hasan Gazi Türbesi’nin bulunduğu tepeye bir Şehitlik Anıtı’nın yapılması için çalışmalarına 2003 yılında başlanmış, 26 Ağustos 2005’te açılmıştır. 

Bu şehitlikte I.Dünya Savaşı'nda, İstiklâl Savaşı’nda, Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Kore'de, iç isyanlarda, Trablusgarb'ta ve terörle mücadelede şehit olan pek çok Darendeli bulunmaktadır. İsmi tespit edilen 92 şehidin isimleri birer mermer levhalara yazdırılarak Şehitlik Anıtı içerisine konulmuştur.

 

 
Kaynak:http://www.e-tarih.org/sayfam.php?m=teser&id=1843



 

Malatya'daki Allah dostlarının Kabir ve Türbe Adresleri

MALATYA ; 

 

Darende ;

  1. Somuncu Baba   -   Somuncu Baba camii ve Külliyesi
  2. Osman Hulusi Ateş   -   Şeyh Hamid-i Veli Camii
  3. Tacüddin-i Veli   -   Karadiğin Köyü  
  4. Fethullah Musuli   -   Eskişehir Kabristanı 
  5.  

Merkez ; 

  1. Boranlı Mustafa Baba   -   Boran köyü camii bahçesinde  
  2. Keşşaf Hoca   -   Aşağıbağlar Kuyuönü Mezarlığında 
  3. Abdullah Fahri Baba   -   Boran köyü camii bahçesinde

Battalgazi ;

  1. Hacı Ahmed Efendiİmamlık yaptığı camiinin mihrabında

Yeri tesbit edilemeyen Allah Dostları ;

  1. Arabgirli Ömer Baba   -   Yerini Tesbit edemedik
  2. Abdurrahman Efendi   -   Yerini Tesbit edemedik 
  3. Fazıl Baba   -   Yerini Tesbit Edemedik
  4. İrfani Abdullah Darendevi   -   Yerini Tesbit Edemedik

 KADİRİ TARIKATI Şeyh Ali Kara (K.S)


Kaynak: http://www.akcadag.bel.tr/sayfa.asp?id=179Şeyh Ali Kara K.S Hazretleri


Şeyh Hacı Ali Efendi, Akçadağ'ın Aşağı Örükçü Köyün­de 1900 yılında dünyaya gelir. 29 Nisan 1971'de de yine aynı köyde vefat eder. Defnedildiği köyünün mezarlığında üzerine görkemli bir de türbe yapılır.

Babası Aliseydi Efendi, anası Fatıma Hatun olup; ailesi tümüyle çevresinde ibadetli, ihlâslı, güven duyulan saygın bir aile olarak tanınır.

Ali Efendi, daha küçük yaşlarda iken iyi ahlakı, davra­nışları, sevecenliği ve dini bilgilere olan aşinalığı ile dikkatleri çeker. Çevresindeki hocalardan ders alır ve zahiri ilimlerde ken­disini yetiştirir.

Askerliğini Malatya şehir merkezinde yaparken, zamanın gavsı, Mürşidi Şeyh Osman Nuri Ölmeztoprak ile karşılaşır. Kendisini bekleyen asıl manevi hayatı ve ilerleyeceği geniş ufuklar bu karşılaşmadan sonra başlar. Bu büyük mürşidin manevi tasarrufu, cehd ve gayreti ile tasavvuf âleminin engin ufukları kendisine safha safha açılır ve büyük makamlara ulaşır.

Binbaşı rütbeli Eşeyyid Osman Nuri Ölmeztoprak "Şeyh Osman Efendi" subay elbiseli olduğu halde birgün Malatya Yeni Camii'nde Kur'an okur. Ali Efendi genç bir askerdir ve bu Kur'an okumanın öylesine etkisinde kalır ki, kendi kendisine, bir daha aynı kişinin Kur'an okumasını dinlemek nasibini tattığında ce­bindeki bütün harçlığını tasadduk edeceğine söz verir. Arzusuna kavuşur ve harçlığının tamamını dağıtır.

Etkili sesiyle Kur'an okuyan zat, Binbaşı Şeyh Osman Efendi'dir. Seyyid Neslindendir, Bağdat doğumludur ve kendi ifadeleriyle Türkiye'ye Ali Efendi'yi irşat için manevi olarak görevlendirilmek suretiyle gönderilmiştir.

Ali Efendi, Esseyyid Şeyh Osman Efendi'ye intisap eder. Bu bir yerde Şems ile Mevlana'nın buluşması, bir kıvılcımın bir meşaleyi tutuşturması gibidir. Şeyh Osman Efendi gösterdiği olağanüstü halleri ve keşfi zahiri ile dikkatleri üzerine çeker ve

en büyük eseri olarak, Şeyh Ali gibi bir halifeyi yetiştirmiş olur.

Her talip, hele hele halife namzedi her mürid, üstadı olan mürşidine sonsuz bir saygı ve teslimiyet ile bağlanır. Ali Efendi'nin ise bir başkadır üstadına bağlılığı... Örnek edebi, teslimi­yeti ve hizmeti... Ali Efendi, şeyhini ziyaret etmeye niyet etti­ğinde üç gün önceden birşey yemez ve içmez, bedenen ve ruhen kendisini ziyaret edeceği efendisinin huzuruna hazırlar.

Olaya tanık bir derviş arkadaşı şöyle anlatır: "Ali Efendi ile birlikte Şeyh Osman Efendi'yi ziyaret etmek üzere köyden ayrılırken, hanımı "Hatice Ana elime bir bohça verdi ve; (içinde yiyecek var, Ali Efendi şeyhe gideceğim diye üç gündür hiçbir şey yemedi, içmedi. Ola ki yolda takatsiz kalır, gidemez, sen bu yiyeceklerden yedirmeye çalış) tembihinde bulundu. Öğle vakti Sultansuyu'nun kıyısına kavuştuk. Yemek ve namaz için mola verdik. Ben bohçayı açıp "hele gel bir beşler yiyelim efendim" dedim. Karnının tok olduğunu söyleyerek gelmedi. Ben ısrar edince: "Biz kimin ziyaretine gidiyoruz, ne için gidiyoruz, mi­demizde dünya nimetleriyle mi huzura çıkalım?" dedi ve namaza durdu..."

Şeyhinin huzurunda oturması da bir başkadır Ali Efendi'nin. Bunu da yakından izleyen bir arkadaşı şöyle anlatır: "Şeyh Osman Efendi dervişleriyle sohbet ediyordu. Herkes boynunu eğmiş dinliyor, kimileri anlıyor, kimileri de anlamaya çalışıyordu. Ali Efendi de aramamızda bulunuyordu. Diz çök­müş ve öyle bir tefekküre dalmıştı ki, ölü mü, diri mi, belli de­ğildi. Yüzüne konan bir karasinek burnunun üzerine geldi ve orada kanını emmeye başladı. Yanında bulunuyordum sinek bir damla kan çıkardı.. Benim içimden bu sineği kovalamak geldi. Ali Efendi ise, şeyhin huzurunda edebe aykırı olur diye elini kaldırıp sineği bile kovalamak istemedi ve hiç kıpırdamadı... Sanki mürşidinden manevi bir akım alıyordu ve kıpırdadığında bu akım kesilecekti..."

Aynı derviş: "Ben de Ali Efendi'nin huzurunda otururken aynı edebi göstereceğim diye geçirdim. Ve Ali Efendi'nin huzu­runda otururken bana da bir sinek gelip burnumun ucuna kondu. Sanki eline sivri bir çivi almış burnumu oyuyordu, çok sabrettim dayanamadım ve sineğe öyle bir çarptım ki, Şeyh Ali Efendi bana bakıp tebessüm etti (Sinekler de çok acıtıyorlar değil mi?) dedi.

Mürşidine böylesine edep ve teslimiyet ile bağlanan Ali Efendi, onun tasarruf ve irşadı ile kemale erip irşada mezun olduktan sonra bile kendisini ortaya koymamış, Şeyh Osman Efendi dünyasını zahiren değiştikten sonra bile, hep Şeyhini göstermiş "Biz Ancak Şeyh Osman’ın bir teşbih memuruyuz" demiştir.

Bir dervişi buna ilişkin bir halini şöyle anlatır: "Bir gece rüyamda Ş. Ali Efendimiz, bana bir bardak çay ikram etti. İçeri­sini şekerle doldurduğu çay bardağını içmem için sunarken gözlerime baktı... Uyandım ve ilahi yazmaya başladım. Kısa zamanda defterler doldurdum. Şeyh Efendimin yanına geldi­ğimde bana, (Şeyh Osman çok büyük bir şeyhti, bazı dervişle­rini de ilahi yazdırarak irşad ederdi) dedi. Gece rüyada sunduğu badeyi bile Şeyhine maletmiş, 'El kendinin, himmet onundur' demek istemişti".

Mürşidi Şeyh Osman Efendi de: "Biz Ali için Bağdat'tan geldik... Ali'ye gitmeyen bize gelmesin. Ali bizim halifemizdir. Yükseldiği makamlara hak ederek ulaştı" buyurur ve Ali Efendi'yi irşada mezun eder.

Ali Efendi'nin yetiştiği ve yaşadığı çevre bir bakıma orta çağ devri yaşamaktadır. İlkellik, cehalet ve adam öldürmeye kadar varan olaylara sık sık rastlanmaktadır. Dini bilgiler yeter­siz, ibadetleri ise bilinçsiz ve şeklen yapılmaktadır. Ş. Ali Efen­di, büyük bir irade eğitimi, ibadet, riyazet, teslimiyet ve him­metle şeyhinden almaya hak kazandığı hilafet görevini işte böyle bir ortamda yerine getirme gayreti gösterir. Elli yıla yakın süren dervişlik ve şeyhlik hayatında İslami örnek ahlakıyla binlerce insana imanı ve ahlakı yaşatmaya çalışır. Çevresindeki kurt ile kuzu birlikte yaşar hale gelir. Adam öldürmeler, hırsız­lıklar, ağaç ve harman yakmalar ortadan kalkar. Çevrede ve müridleri arasında İslam'ın da, devletin de, toplumun da arzula­dığı bir uygarca yaşama ortamı kurulur. Huzuruna gelenler, sohbetinde bulunanlar büyük çoğunlukla ve manevi bir etki ile bütün kötü huylarını terk ederler. Bilinçli ibadet, devlete ve mil­lete hizmet, Allah rızası için sevmek ve sevilmek devri başlar...

Her köye okul açılmasında öncülük eder, iki kızına tahsil yaptırır, öğretmenlere büyük ilgi ve sevgi gösterir. Bazıların elektrik şeytan işidir, günahtır dediği bir dönemde jeneratörle evine cereyan temin eder, radyo aldırır, telefon çektirir, köye ilk traktörü sokturur... Hep yenilikten yanadır. Gelişen hayat tarzına ve teknolojiye uyunuz "Allah'a zaman şartları içinde gidiniz" der.

Bir vatandaş olarak devlete ve kanunlara son derece say­gılıdır. Hac farizasını yerine getirip yurda dönüşünde sınır ka­pısından içeri girmeden başındaki sarık ve terliği çıkarır şap­kasını giyer. Tepki göstermek isteyenlere de, "Benim Devletimin kanunları, şapka giymeyi gerektiriyor. Kaldı ki sarıkta, terlikte, şapka da pamuktan... Kisvet önemli değil, bunda bir beis yoktur" der.

Şeyh Ali Efendi'nin söz, sohbet ve örnek ahlakı halka halka yayılıp Rusya'da Batum'a ve Suudi Arabistan'a kadar uzar... Ziyaretine gelirler ve istifade etmiş olarak ayrılırlar. Ge­nelde Kadiri Yolu'nun şeyhi olarak bilinir. Oysaki belli olan 12 kolun dokuzu için yetkilidir ve bizzat kendisi Nakşî çalışır. Rufai Kolunun bir nişanesi olarak dervişleri zaman zaman ateş alıp şiş vururlarsa da Ali Efendi bu gibi burhanlara itibar edil­memesini, iman ve ahlaka önem verilmesini öğütler.

Çevrede oldukça güçlü ve saygın bir müftü, ateş alma ve şiş vurma olayını soruşturmak için bizzat görevlendirilir. Müftü, Ali Efendi'nin bir grup dervişi ile resmi görevli olarak Şeyhin huzuruna gelir. Yolda dervişlere: "Şeyhinize bazı sorular soracağım, siz gücenmeyin" der ve gelirler. Bir saatten fazla otururlar. Ali Efendi, hep konuşur ve sohbet eder, müftüye ger­çek kerametin iman ve ahlak şuurunu aşılamak ve yaşatmak olduğunu vurgular, müftüye ayrıca manevi iltifatta bulunur. Müftü Efendi ise, huzurda sadece oturur ve dinleme durumunda kalır, hiçbir şey söylemez ve sormaz. Şeyhin huzurundan ayrıl­dıktan sonra, birlikte geldikleri dervişler Müftü Efendi'ye, "Hani sen şeyhe sorular soracaktın, oysaki hiç sesin çıkmadı, hep sus­tun" diye sorarlar. Müftü Efendi gayet sakin ve mest olmuş bir halde, "Ben soracaklarımın hepsini gönül dili ile sordum, ken­dileri de sohbetleri içerisinde hal diliyle cevapladılar. Okuduğum kadarıyla bir evliyada bulunması gereken hallerin hepsi şeyhi­nizde mevcut. Haza Evliya, helal olsun size" der...

Günün birinde bir Çingene gelir ve intisap etmek ister Çingeneye ders tarif eder. Seri bilgileri anlatır, ibadeti talim et­tirir. Çingene zaman içinde İslam'ın vecibelerini yerine getirir ve sadık bir derviş olur. Çingenenin bu durumunu yadırgayan bazı çevreler, şeyh için: "Ali Efendi'nin şeyhliğine diyeceğimiz yoktur amma, çingeneye de ders verip tarikatı ayağa düşürdü" diye dedikodu etmeleri üzerine Şeyh Ali Efendi, "Değil Çingeneye tüm canlılara, hayvana bile hürmet edeceksiniz, Allah'ı zikret­meye davet edeceksiniz" cevabını verir.

Elbette her kemalin bir zevali vardır. Ve her nefis ölümü tadacaktır. Şeyh Ali Efendi de yetmiş yaşını geçmiştir. Elli yı­lını tasavvufun içinde İslam ve ahlak yolunda harcamış, nice dil bilmez edep-erkân anlamaz insanların olgunluğa ermesinde nefes tüketmiştir. Bir gece vakti terasa çıkıp mehtabın ışığında ellerini dua için kaldırarak: "Allah'ım yeter" artık dediği duyu­lur. Bu dilekten üç gün sonra Malatya'ya gelir. Üç gün sürüyle tanıdığı eş-dost ve dervişlerini tek tek ziyaret eder, vedalaşır. Kimin bir bardak çayını kahvesini içmişse helalleşir. Son gün mezarlığa uğrar, yanındakilere: "Şeyhler de ölürlerse mezarları mermerden olmalı" der. Köyüne, Aşağı Örükçü'ye döner ve iki gün sonra 29 Nisan 1971 perşembe günü sabah namazını kılar, Kur'an okur, Delaili Hayrat dersini okurken ruhunu Allah'a tes­lim eder. Cenazesine binlerce gönül dostu katılır ve kabrinin üzerine bir türbe yapılır. Her 29 Nisan yıldönümünde adına okutulan Mevlit için binlerce insan büyük bir huzurla dergâhına toplanırlar. Bu büyük gönül dostunu anarlar, birbirleriyle tanışırlar.

Menkıbeleri ciltleri dolduracak kadar çoktur, burada an­latılması mümkün değildir. Geride bıraktığı sevgiye dayanan iman ışığı ve ahlaki izleri başlı başına bir keramettir. Türbesi her yöreden ve her kesimden gelen insanlar için bir teselli, bir huzur kaynağıdır.

Sağlığında dervişi olan bir köy bekçisi, işler bir yolun sakin bir saatinde elinde mavzeri ile giderken Ali Efendi'yi ha­tırlar, üzerine methiye söyler ve cezbe haline (İlahi sarhoşluk) girer. Yola uzanıp çırpınır, elinden tüfeği düşer. Neden sonra kalkıp gider. Tüfeğini orada unutur. Bu hali geçtikten sonra iki gün geçer, ancak tüfeği yoktur. Ali Efendi bekçiye haber gönde­rir: "İki gündür bize tüfek bekçiliği yaptırıyor, gidip tüfeğini yolda yuvarlandığı yerden alsın" der. İnsan ve arabaların geçtiği

yolun ortasındaki tüfeğe iki gündür hiç birşey olmamıştır... Bekçi gidip tüfeğini bıraktığı yerden alır.

Bir yatsı sonu yatma zamanıdır. Şeyh Ali Efendi, yatağı­nın pencere önündeki sedirin üzerine değil de dibine yapılmasını ister. Hanımı ise sedirde kendisine özel bir yatak açar. Şeyh'in aşağı yanıma gel" derse de sonunu göremeyen hanımı yatağına girer... Biraz sonra pencerenin önündeki dut ağacından iki el silah sıkılır, camlar kırılır ve av tüfeğinin saçmaları yatağa sap­lanır. Hanımı kendisini Şeyhin yanma atar. Şeyh, "Ben sana de­medim miydi yanıma gel diye" şeklinde takılır. Olay köyde çabuk duyulur ve şeyhi vurmak isteyen kişi tespit edilir. İntikam almak isteyen bir grup sabahleyin dergâha gelerek Şeyh'ten izin almak ister. Bir de bakarlar ki öldürmek istedikleri kişi, Şeyh'in odasında, hem de Şeyh'ten yukarıda sedirde oturuyor... Şeyh, eliyle adama üzüm ikram ediyor... Şaşıran müridleri "Hiç değil­se beddua etsen ya" diye içlerinden alıp verirler. Şeyh Ali Efendi: "Bizim görevimiz beddua değil, dua edip ıslah olmasına çalış­maktır" der. Şeyhin bu niyeti ve davranışı karşısında akşam evi kurşunlayan adam tövbe eder ve zararsız bir komşu olur.

Aradan yirmi yıla yakın bir süre geçmiştir. Kendisini halen rabıta eden bir dervişi muayene olmak için Hacettepe Hastanesine gider. Niyeti bölüm başkanı Prof. Dr. Doğan Remzi'ye muayene olmaktır. Resmi-özel tüm yollan denese de en erken iki ay sonraya gün verilir. Profesörün bekleme yeri tıklım tıklım hasta doludur. Mürid, kapının karşısındaki kane­peye oturur ve dünyasını değişen şeyhini düşünür. "Şayet ta­savvufun devam ediyor ve bize himmetin ulaşıyorsa göster, benim bugün muayene olmamı eve akşam Malatya'ya dönmemi sağla" diye çağrıda bulunur. O sırada içeriden kendi adı ile çağ­rılır ve hemen içeri alınır. Muayene olmak istediği Prof. Dr. Doğan Remzi, salonun ortasında asistanları ile birlikte müridi karşılar ve: "...Buyurun, sizi bir yerlerden tanıyorum galiba, bizzat ben muayene edeceğim, geçin şöyle." der ve güzel bir muayene eder. Böylesine sıcak bir ilgiye asistanlar da şaşırır, kalırlar. Derviş, yaşadığı bu olayla zaten yarı yarıya tedavi olur. Şeyhini de bir kez daha denemiş olduğu için ayrıca mah­cupluk duyar...

Şeyh Ali Efendi ile bir müridi Söğütlü Camiinde Cuma Namazına birlikte giderler. Genç mürid her ne kadar geride kalmak isterse de cemaat nizamı gereği Cuma'nm Farz namazı kılınca Şeyh Ali Efendi ile dirsek dirseğe yan yana namaza du­rurlar ve Mürid bundan sonrasını şöyle anlatır: "...Tekbirle na­maza başlar başlamaz Şeyh ceryan üreten bir motor gibi oldu ve ceryana tutulmuş bir titremeye yanmaya başladım. Dirseğimi çektiğimde ceryan akımı kesiliyordu. İçimden, Efendim sen bi­lirsin titremeden abdestim bozulabilir, yanımdakiler beni hasta sanırlar, bu hali benden uzaklaştır dedim ve bir anda kaskatı buz gibi oldum. Ömrüm boyunca böyle bir cuma namazı daha kılamadan şeyhin halini zahiren yaşamakla gördüğüm âlemleri unutmam mümkün değildir. Şeyh Ali Efendi Allah'a olan yak­laşımı, Ondan aldığı feyiz ve nur ile sanki bir dinamo olmuş elektrik neşretmekteydi".

Bu hali bizzat yaşayan müridi namaz sonrası halini ise şöyle anlatmaktadır: "Şeyh Efendi ile Cuma namazı sonu cami­den çıktık. Yürüdüğü caddede trafik tıkanır gibi oldu, tanıyan da tanımayan da Şeyhin arkasına takıldı. Bu izdihamdan kurtulmak için Şeyh Efendi benim elimden tuttu ve bize müsaade edin bir lokma yemek yiyelim" dedi. Hemen aradaki bir lokantaya giriverdik. Lokanta içkiliydi. Bir masaya oturduk bir arkadaş daha vardı ve kebap ısmarladık. Benim içimden (bu lokanta içkili imiş ayıp oldu) geçti. Kebaplarımız gelinceye kadar içenler iç­kilerini döktüler, lokantacı da vitrindeki şişelerini kaldırdı. O günden sonra bu lokantada içki görmedin ve sahibinin içki ruh­satını iptal ettirdiğini öğrendim. Önce niçin içkili lokantaya gir­dik diye kızıvermiştim, gördüğüm o manzaradan sonra da niçin böyle düşündüm diye üzüldüm ve anladım ki, önemli olan içkili lokantaya girip girmemek değil, giripde içkiyi kökten kaldırtmakmı, diye düşündüm".

Takdir edilir ki, veliler gösterdikleri olağanüstü halleri ve bıraktıkları menkıbeleri ile tanınır, saygınlık kazanırlar. Yuka­rıda da belirtildiği gibi, Şeyh Ali Efendi'nin günümüze göre tüm hayatı bu hal ve örnek davranışlar ile geçmiştir. Bunların hep­sini buraya sığdırmak mümkün değildir. Ancak, birkaç örnek vermek yerinde olacaktır.

Şeyh Ali Efendi Ancar Köyünde bir dervişinin evinde sabah kahvaltısındadır. Günün imkânlarıyla sofrada çökelek de vardır. Ali Efendi yumuşak' ekmeğiyle çökeliğe uzanır, ekmeği ile çökeliği alacağı sırada kısa bir duraklama geçirir ve ekmeğin içine aldığı çökeliği almadan geri bırakır. Bu davranışının sa­dece ev sahibi farkına varır. Sonradan araştırır ki, evin hanımı sofraya konulan çökeliği bir yetimin evinden getirmiştir.

Şeyh Ali Efendi bahçede dervişleri ile sohbettedir. Komşu Eğin köyünden bir dervişine: "Sizin köyde arkadaşlarınız bir büyük yılanı öldürmek için uğraşıyorlar.. Çabuk git o yılanı öldürmesinler, o yılan zararsızdır..." der ve Eğinli mürid atına atlayıp yakın mesafedeki köye hızlı şekilde koşturur. Köye geldiğinde epey bir kalabalık yolun kenarına toplanmışlar orta­larındaki yılanla uğraşıyorlar.. Gelen adamı müjdelerler (bir büyük yılan öldürüyoruz...) gelen adam yılanın yanına gelir, gerçekten de büyük bir yılandır... Yılan ölmek üzere iken başını kaldırır şeyhin gönderdiği adama bir bakar ve başı yere düşer. Taşlı sopalı kalabalık şaşkın şaşkın olanları izlerler ve adam şeyhin mesajını söyler; "Bu yılan zararsızdı ve inanmış hay­vanlardandı" der.

Şeyh Ali Efendi, tekkesinde yüz kişinin üzerinde bir top­luluğa sohbet eder. Sohbette değişik konulara değinir. Sohbet sonrasında dışarıya çıkan müritler sohbetin bir değerlendirme­sini yaparlar ve başka başka şeyler duyduklarını söylerler. Bi­rinin duyduğunu sanki öbürü duymamış, herkes kendi sorununa çözüm getiren sözleri anlamıştır. Ortaya çıkan sonuçtan hayret ederler... Tekrar içeri dönerler ve Şeyh Ali Efendi; "Bir doktora yüzlerce hasta gelir ama her hastanın durumuna göre doktor re­çete yazar" der. Aynı odada aynı sohbete herkes kendisine ya­rarlı olan sözleri anlar, bu da bir keramettir imajını verir.

Akçadağ'ın alevi kesiminden bir minibüs dolusu misafir gelir Şeyhin türbesine. Beraberlerinde bir de koçları vardır. Koçu indirirler oradakilere; "Bu koçu kesip bu zatın hürmetine dağı­tın" derler. Nedenini şöyle anlatırlar: "Bizim bir hastamız vardı Türkiye'de de Avrupa'da da epey hastane, epey doktor gezdirdik çare bulamadık. Varlığımızı harcadık imkânsız kaldık. Üzerine çok düştük yalvardık Allah'a, bir gece rüya âleminde bu zat "Şey Ali Efendi" geldi ve şifa diledi Allah'tan hastamız iyi olup ayağa kalktı. Biz de bu kurbanı adak edip getirdik...

Yine bir Alevi vatandaşımızın 85 yaşında bir ihtiyar anası vardır. Gözleri kapanmış, görmez olmuştur. Kunduracı olan oğlu anasını İstanbul'a götürür epey hastane dolaştırır. Doktorlar "bu yaşta bu gözlerin ameliyatla açılıp görmesi mümkün değildir" derler. Kadıncağız gerçeği öğrenince günler­ce sabaha kadar ağlar ve bir gece Şeyh Ali Efendi rüyasına gelip ameliyat eder. Kadının gözleri açılır. Doktorlar bu sonucu bir türlü kabullenmek istemezler ve İstanbul'dan Aşağı Örükçü Köyüne Şeyh Ali Efendi'nin türbesini ziyarete gelirler.

Şeyh Ali Efendi öğretmenlere büyük ilgi duyar, onları sever, özel ikramlarda bulunur, birlikte söz sohbet ederler... Aşağı Örükçü Köyü, yani Şeyh Ali Efendi'nin köyünün ilkokulu öğretmen okulunun uygulama okuludur. Alevi, Sünni gruplar ha­linde öğretmenler gelirler. Kendi aralarında şeyhin durumunu ve kerametlerini tartışırlar... Alevi olan öğretmen ötekine; (Şeyhi ziyarete gidelim, ben soracağım soruları önceden yazayım, ce­bimize koyalım. Şayet biz sormadan kendisi bilir ve cevaplarsa hak veririm) der. Sorular tutanak halinde hazırlanıp saklanır. Ve Şeyhin huzuruna gelirler. Sorulacak sorular bir bir Şeyh tarafın­dan cevaplandırılır ve öğretmenler birbirlerine bakışırlar... Bu arada zikir meclisi-halkası kurulur ve bazı küçük çocuklar ateş alırlar. Mangaldan alınan ateşler ağızlan yakmaz... Öğretmenler bunun nedenini sorarlar. Şeyh "Siz de namaz kılmaya başlarsa­nız, sizi de yakmaz" der. Söz verirler ve namaza başlarlar. Or­taya konulan ateşten alırlar yakmadığını görürler...

Başlangıçta da belirtildiği gibi, Şeyh Ali Efendi için akla getirilen ve söylenilen bu kerametler deryadan birer damla gibi­dir ve tamamını yazmak esasen mümkün değildir.

Kendisi şöyle tanımlamıştır: "Keramet; ateş almak, şiş vurmak, suyun üzerine post atıp namaz kılmak, havada uçmak, ya da başkalarının gönlünden geçenlere cevap vermek gibi basit şeyler değildir. Bunları zaman içerisinde istidraç sahipleri de, sihirbazlar da belli oranlarda yaparlar. Gerçek keramet, insanla­rın gönlünde imanı ve ahlak şuurunu yaratmak ve İslam ahlakını yerleştirip yaşatabilmek, topluma hizmet etmektir".

Şeyh Ali Efendinin en büyük kerameti bu anlamdaki soh­betleri ve bir eğitimci, bir öğretmen gibi çevresini eğitmesidir. "Siz, değil bir çingeneye, horlanmış bir sarhoşa, bir insana, hayvanlara bile hürmet ediniz. Her canlının sizde hakkı olduğu­nu unutmayınız. Allah için seviniz ki Allah için sevilesiniz" demesidir. Kendisi 71 yıllık ömrü boyunca küçük çocukluğundan beri hal ve davranışları ile bunu işleye gelmiştir. "Size saldıran bir köpeğe bile sertçe "oşt" deseniz halinizi kaybedersiniz Kimseyi incitmeyin, incinmeyin ve halinizi, imanınızı koruyu­nuz" telkininde bulunmuştur.

"Hal ilmi" denilen manevi ilimler ve makamlar yanında, "kal ilmi" denilen yazılı bilimlere de aşina olduğunu bazan ihsas ettirmiştir. Bir öğretmen dervişi bizat yaşadığı bir anısı ile bunu şöyle ortaya koymaktadır: "Şeyh Ali Efendimizi tekkesinde zi­yarete gitmiştim. Kayıpa yaklaştığımda içimden, Efendi, batını ilimler yanında bazan da zahiri kitapları karıştırmış olsa, psi­koloji, sosyoloji ve felsefe gibi... geçti. İçeri girdiğimde Şeyh Efendi elindeki bir kitabı karıştırırken gördüm. Benim geldiğimi görünce, dönüp elindeki kitabı göstererek: "Bu adamlar yanlış yazmışlar, bilenler de yazıyorlar, bilmeyenler de..." dedi. Elin­deki kitap lise sonda okuyan kızı Sadiye'nin felsefe kitabıydı... Son derece mahcup oldum. Ben içimden, biraz da bu ilimleri okusa derken, kendisi okunmasını arzu yanlışını ortaya koyuyordu.

Yakın zamanın büyük ermişi Şeyh Ali Efendi "Mübarek geceler için dervişlerine: "İmanını, halini koruyan ve Allah sevgisini yaşayan derviş için hergün bir mübarek gecedir..." derdi. Ve bir an için olsun Hak'dan gafil olunmamasını öğütlerdi. Zira mürşidi Eseyyid Şeyh Osman Nuri Ölmeztoprak'm kendi­sine ders aldığı gün verdiği ilk öğüdü de "Hak'dan Gafil Olma" olmuştu.

Sohbetlerinde bu sözleri söyleyen ve yaşadığı sürece uy­gulayıp uygulamaya çalışan Şeyh Ali Efendi, 1971'de dünyasını değiştiği gün, Akçadağ Jandarma ve Emniyet Teşkilatı üzüntü ve endişelerini dile getirerek: "Olan bizlere oldu. Ali Efendi ha­yatta iken yörede en ufak üzücü bir olay çıkmıyordu. Çok üzgü­nüz, korkarız ki, bundan sonra bizi çok meşgul ederler" derken aynı gün, Malatya Şehir Merkezinde ise, vefat haberini ilk duyan, hemde müntesibi bulunmayan bir şoför: "Artık dünyanın da önemi kalmadı, Ali Efendi de gittikten sonra yaşasakta bir yaşamasak da bir..."şeklindeki samimi sözleriye toplumun duygularınhı bu büyük insan için ifade eder...

Allah huzurunda görebilenlerce ve hissedebilenlerce âlemden âleme geçen ve dinamo gibi manevi cereyan neşreden Gönüller Dostu Şeyh Ali Efendi, her fani gibi bu aleme veda eder, 1971 de yüce dosta kavuşur. Geride bıraktığı örnek hayatı ve etkili sohbetleriyle etkisini sürdürür. Ölümsüzlüğe ulaşır. "Anıtlar yaklaştıkça, insanlar uzaklaştıkça" kuralı uya­rınca Şeyh Ali Efendi de yıllar geçtikçe büyür ve her yıl Nisan ayı sonundaki yıldönümü mevlidinde binlerce insan bir araya gelir; türbe tekkesi yol boyunca ziyaretçilerle dolar taşar.

ÖRÜŞKÜ'DE BULUŞALIM

 

Sultanıma koşar adım

Gel beraber yaklaşalım
Mamur edip gönlümüzü                                               
Örüşkü'de buluşalım

Kucak açmış şahım kula     
Atılalım kollarına
Örüşkü'nün yollarına
Gül saçılmış koklaşalım

Dünya malı neye yarar

Nefis şeytan ruha zarar
Örüşkü'de kıldık karar
Sultanımda kaynaşalım

Yalan dünya çile dolu
Hakk'ı arar insanoğlu                                          
Maneviyatın okulu
Şeyh Ali'mde buluşalım     

Mürşitsiz yol alınır mı                                       
Menzile hiç varılır mı
Derviş olan alınır mı                                                                       
Nefsimizle savaşalım

Göğe değil gönle bak
Sana senden yakındır Hak
Benliğini O'na bırak
Hak yolunda sevişelim    

Bugün matem günümüzdür
Osman Ali günümüzdür
Şeyh Ali'me sözümüzdür
Dergahında buluşalım

Cenab-ı Hakk'ın 21. yüzyılda gönderdiği aşıklar sultanı, marifet nurunun aynası gönüllerde ebediyete kadar ölmezlik sırrına eren büyük velilerdendir. İnsanları Hakk'a davet eden, onlara doğru yolu gösteren, hakiki saadete kavuşturan büyük alim ve velilerdendir. 1900 (H. 1254) yılında Malatya ili Akçadağ kazasının Aşağı Örüşkü köyünde dünyaya geldi. İsmi Ali'dir. Babasının ismi Ali Seyyidi Efendi, annesinin ismi Fatıma Hanım'dır. 29 Nisan 1971 (H. 1325) senesinde irtihali dar-ı beka eylemiştir.
Şeyh Ali Kara küçük yaşta bulunduğu çevresindeki alimlerden zahiri ilimleri öğrendi. İlimde ve içinde bir aşk vardı ki, askerde iken Şeyh Osman Nuri Bağdadi hazretleriyle tanıştıktan sonra bu büyük zatla mürid ve mürşid ilişkisi 18 sene sürdü. Şeyh Ali Kara hazretleri, Şeyh Osman Nuri Bağdadi hazretleri ile nasıl tanıştığını şöyle anlatmıştır: "Bir gün askerde iken çarşı iznine çıktığımda namazı kılmak için camiye girmiştim. Şeyh Osman Nuri Bağdadi hazretleri gerçek aşk ile Kuran-ı Kerim okuyordu ki, ensesinin üzerinde bir nur peydah oldu. Mübareğin cemaline baktıkça kendimden geçtim. Sanki bir genç kıza vurulmuş gibi aşık oldum. Namaz kılındıktan sonra dışarı çıkınca hemen beklemeye başladım. Mübarek dışarı çıkıp bir oturak üzerine oturdu. Gittim elini öptüm.
Şeyh Osman Nuri Bağdadi hazretlerinden ders istedim. Mübarek ismimizi sordu, "Ali" dedim. "Oğul biz Ali'leri severiz, ama sen git istihare yap gel," dedi. Gittim istihare yaptım. Rüyamda Şeyh Osman Nuri Bağdadi Hazretlerinin, Cenab-ı Hakk'ın izniyle ve himmetleri sayesinde deftere yazıldıgımızı ve yükseklere cıkarıldığımızı gördüm. Bunları mübareğe anlattım. O günden itibaren Şeyh Osman Nuri Bağdadi hazretleriyle tasavvuf yoluna başladım," demiştir.
Bundan sonra gerçek bir aşkla, Şeyh Osman Nuri Bağdadi Hazretlerine tam teslimiyetle bağlanmıştır. Teslimiyet müridin mürşide madde ve manası ile teslim olması demektir. Maddde de her şeyini ona vermesi ve onun yoluna baş koyması, manada ise varlığının her zerresinde O'nu görmesi demektir. Esasen "Fena Şeyh" denilen mürşidde yok olma makamıda budur. Öyle bir haldir ki nasıl damlayi ummandan ayırmak mümkün değilse müridi de mürşidinin varlığından ayırmak mümkün değildir. Tasavvufla ilgili bütün yazılan eserlerde ise teslimiyet su vecizle vurgulanır. "Teslimiyet, müridin mürşidine, gassalın elindeki meyyit gibi teslim olmasıdır." Bu hal zuhur edince neden, nasıl, niçin, niye vs. gibi sorular ortadan kalkar, söylenen sözlere gönül kapıları açılır. Verilen emirler anında yerine getirilir. Müridin mürşidine teslimiyetinin neticesinde mürşidine karşı sonsuz bir muhabbet devri açılır.
18 yıl boyunca Şeyh Osman Nuri Bağdadi hazretlerinin yüksek teveccühleriyle seyri sülukunu tamamlamıştır. Şeyh Osman Nuri Bağdadi hazretleri hiçbir dilin izah edemeyeceği kadar büyük bir manevi makam ve derecelere cıkarmıştır. Şeyh Osman Nuri Bağdadi hazretlerinin sağlığında iken insanlari irşadla görevlendirmiştir. Şeyh Osman Nuri Bağdadi hazretlerinin 1943 (H 1297) yılında Yozgat'a gidip 23 Ocak 1944 )H 1298)'de vefatından sonra onun görevini tamamen devralarak manevi irşad hizmetine devam etmiştir.
Şeyh Ali hazretleri, yaşadığı zaman içinde yar, ağyar herkesin sevgisini ve takdirini kazanmış bir zattır. Onun insana cümle yaratılmışa gösterdigi şefkat merhamet ve sevgi duygusunun yüceliği hiçbir dilin vasıf edemeyeceği kadar büyüktür. Seyri süluku sırasında Hakk Teala tarafından sürekli belalarla sınandı. Takdire gösterdiği rıza aklın ve havsaların ötesinde bir tahammül şah eseridir. Hiçbir zaman tevazusunu terk etmedi. Daima kul olduğunun bilinciyle bir derviş gibi yaşadı. Dünya durdukça sultan olarak anılacaktır.

Şeyh Ali Kara hazretleri için, İlahi sevgi duygusunun yüceliği ile zamanın Yunus Emre'si manevi kemali ve aşkı ile devrinin Mevlana Celaleddin'i, yaptığı riyazet, ibadet ve insani irşad ehli yapan kuvvetli sohbet ve kerametleri ile asrının Muhammed Bahaeddin Nakşibendisi dersek belki biraz olsun onu anlatmaya calışmış oluruz.
Tüm hayatını en büyük düşmanlarımız olan nefis ve şeytanın hilelerini anlatmak ile tevhidin inceliklerini öğretmeye yönelik söz ve sohbetle geçirdi. Etrafında toplanan insanların Cenab-ı Allah'a insanlığa ve devletine sevgi ve muhabbetle bakan irfan ehli insanlar olarak yetişmeleri için büyük çabalar sarfetti. Sayısız insana kendini sevdirdi ve manevi müşküllerine yardımcı oldu.
Hayatı tümüyle örnek alınacak, alındığında ise her iki dünyada mesut bahtiyar olunacak bir nur abide şahsiyetidir.
Hakiki imana kavuşan kimseler, Allahu Teala'nın himayesinde olurlar. Hakikate vasıl olmuşlardır. Bunlar hakkında hadis-i kutside buyuruldu ki: "Evliyam, kubbem (örtüm) altındadır. Onları benden başkaşı tanımaz. Bunların halleri, halkın anlayışlarına sığmaz. Halkın bunlar hakkında bildikleri, benzetme ve temsilden öteye geçmez. Bunlar öyle bir kafiledir ki, Allahu Teala'ya verdikleri ahde vefa gösterirler." Hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Allahu Teala'nın öyle kulları vardır ki, kalbleri güneşten daha parlak, fiilleri (amelleri) peygamberlerin amelleri gibidir (yani kerametleri vardır). Onlar, Allah katında şehidler mertebesindedirler."
Başka bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Size bir kavim bildiriyorum ki, onların Allah katında mertebeleri benim gibidir. Ancak onlar, peygamber, şehidler değildir. Enbiya ve şüheda onlara gıpta ederler. Onlar birbirine Allah rızası için muhabbet ederler."

Bir hadisi şerifte ise "İnsanlar üç kısımdır. Birinci kısım, hayvanlara benzer, ikinci kısım meleklere benzer, üçüncü kısım peygamberlere benzer." buyuruldu. Birinci kısımda olanların maksadı, hayvanlar gibi yeyip içmektir. Bunlar hakkında A'raf suresinin 179. ayeti kerimesinde mealen buyuruldu ki: "onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir. Belki daha da aşağıdırlar." ikinci kısımdakilerin maksadı melekler gibi tesbih, namaz, oruç gibi ibadetlerdir. Üçüncü kısım insanların hizmeti, maksadi aşk-ı ilahi, rızayı Bari, muhabbetullah ve Allahu Teala'ya teslim olmaktır.
Şeyh Osman deyince akla Şeyh Ali, Şeyh Ali deyince akla Şeyh Osman gelir. Şeyh Osman Nuri Hazretleri şöyle buyurmuştur: "Biz bir elmanın yarısıyız." Diğer bir sözünde ise; "Ali'ye gitmeyen bana gelmesin," demişlerdir. Şeyh Osman Nuri Bağdadi hazretlerinin ciğer paresi kızı Fatma Nur Sadiye'nin ifadeleriyle "babamı kimse layıkıyla anlayamamıştır. Birazcık olsun Şeyh Ali Hazretleri anlayabilmiştir." Şeyh Osman Nuri Bağdadi hazretleri ise; "Allah (c.c.) beni Ali için Bagdat'tan buralara gönderdi," buyurmuşlardır. Şems'in Mevlana için gönderildiği gibi...
Her halife Şeyhine bağlılığı, sevgisi ve övgüsüyle tanınır. Ancak Şeyh Ali hazretleri Şeyh Osman Nuri Bağdadi Hazretlerine bağlılığı bir başkadır. Şeyhini her ziyarete gidişinde olabildiğince içinde maddi ve manevi sevgi ve bağlılıktan ve saygıdan başka birşey götürmemeye gayret, özen gösterirdi. Üç gün önceden yemeyi içmeyi bırakır, bağırsaklarını boşaltırdı. Bunu Gotan Gölü köyünden Kara Baba adlı bir derviş arkadaşı şöyle anlatır: "Şeyh Ali hazretleri ile Şeyh Osman Nuri Bağdadi hazretlerinin ziyaretine gitmek için hazırlandık. Yola çıkarken Ali Efendi'nin hanımı bana gizlice yiyecek paketi verdi ve yolda "bunu Ali Efendi'ye yedir, üç gündür birşey yemiyor, aç," dedi. Bir su başında öğlen namazı için mola verdik, ben yiyecekleri çıkardım. Şeyh Ali Efendi; "Sen karnını doyur, ben tokum," dedi. Israr edince de; "Biz kimin ziyaretine niçin gidiyoruzç Midemizde bağırsaklarımızda dünya nimeti ve pisliği ile mi çıkalım," diye sitem etti. Efendisinin huzuruna böylesine temiz çıkmaya çalışan bir veli namzeti elbetteki büyük makamlara erecek ve çevresine ilim, irfan ve islami ahlakı saçacaklardır.
Şeyh Ali hazretleri teslimiyet ve saygıda rekor derecesinde efendisine bağlanmış ve aldığı ikram, erdiği derece ve makamları verdiği güç ile oldukça ilkel olan çevresinde İslam ahlakını tam anlamıyla ve severek, kendisi de manevi yaşantısı tam olgunluk yaşayarak insanların kalblerine cebab-ı Allah'ın ve Resulunun sevgisini nakşetmiştir.
Şeyh Ali Kara hazretleri, dünyasını değiştirdiği halde gösterdikleri keşif ve kerametleri, dilden dile, gönülden gönüle söylenmektedir. Bütün Allah dostlarının kerametleri anlatmakla bitmez ve kitaplara sığmazlar.

Şeyh Ali Kara hazretlerinin şu sözlerini ilave edelim; "Keramet, suyun üstünde post serip namaz kılmak, kuşlar gibi havada uçmak, şiş vurmak, kelle kesip yerine koymak değildir. Kerametin en büyüğü kalblere Allah ve Muhammed (sav) sevgisini muhabbetini yerleştirmektir. Insanı gerçek iman sahibi edip, kemale erdirmektir."
Şeyh Ali Kara hazretleri, bir gün bir yere gidiyordu ki, o zaman bende cift sürüyordum. Mübarek selam verdi ve biraz yanımda durdu. Allahu Teala hazretlerinin büyüklüğünü ve peygamber efendimizin sevgisini anlattı. "Oğul" dedi, "Çift sürerken öküzlere Ho Ho dersen gider, Hu, Hu, Hu, desen de gider." diye buyurdu ve arkasından; "Şu yalancı dünyada bulunduğunun kıymetini bilmelidir. Her zaman Allahu Teala'nın emir ve yasaklarına uymalıdır. Peygamber efendimizin sünnet-i seniyyesine sımsıkı bağlanmalıdır." diye buyurdu.
1971'de dünyasını değiştirdiğinde bulunduğu Akçadağ ilçesi emniyet teşkilati bunu şu itirafı ile dile getirmiştir: "Olan bize oldu Şeyh Ali Efendi'nin varlığı ile çevrede yıllardır hiçbir olay olmamış adete kurt kuzu ile birlikte dolaşır olmuştu."
Şeyh Ali Hazretleri 29 Nisan 1971 (H 1325) senesinde vefat etmiştir. Doğduğu ve yaşadığı Malatya ili Akçadağ kazası Aşağı Örüşkü köyündeki türbesi, dünyanın her tarafından gelen ziyaretçi ve sevenlerinin ziyaret ettiği bir huzur ve nur abidesidir. Manevi irşadi devam etmektedir. Muhip ve müridani artarak dergaha hizmet etmektedir.
Cenab-ı Allah razı olsun। Sırlarını takdis eylesin ve bizleri feyizlerinden bereketlerinden faydalandırsın ve Cenab-ı Mevla şu aciz kulunu ve cümlemize kabirlerini ziyaret etmeyi nasib eylesin। Amin.

Nakşibendi meşayihlerinden ve evliyanın büyüklerinden Seyyid Osman Nuri Bağdadi Hazretlerinin oğlu Es-Seyyid M. Latif Lütfü Efendi, (k.s.) anılarında anlatıyor:

İkindi zamanı sobayı yakmak için bir kucak odun aldım yukarıya çıktım. Kapıyı açtım, içeriye girdim. Şeyh ikindi namazını kılmış rabıta alemine dalmıştı...

Bir ara döndü bana baktı: “Kimsin?” dedi. Şaşırarak: “Lütfü'yüm.” dedim. Bana: “Nerelisin?” dedi. Ben: "Bağdatlıyım." dedim. “Kimin oğlusun?” dedi. “Osman'ın oğluyum” dedim.... "Allaahhh! Huuuu!, Baakiii!, Allaahhh!” dedi. Tekrar ikinci bir sefer rabıtaya geçti... (Gözleri yumuk başı eğik bir halde, hareketsiz kalmak demek)

Aradan yarım saatten fazla bir zaman geçti. Ondan sonra gözünü açtı. Dedi ki:

“Oğlum ben mahşerden geliyorum. Suphanallah! Cenab-ı Hakk bize öyle bir selahiyet bahşetmiş ki... Arkadaşlarımızı aldık. Saf halinde sıratı geçtik. Bir müddet sonra bir tepenin başında bize bir seda aksetti:

“Osman bu tarafa, Osman bu tarafa!”

döndüm baktım bizim şeyh rahmetullah-ı aleyh Şeyh Ömer... O da arkadaşlarını toplamış; sancağını bir ağacın başına dikmiş. Haşir saatini bekliyor. Arkadaşlar birbirimize karıştık. Ben de şeyhimin sancağının altına sancağımı diktim. Yanı başına oturdum. Haşir saatini bekliyordum. Bir müddet sonra yine yüksek bir tepeden bir seda aksetti kulağıma. Şeyh Ömer rahmetullah-ı aleyh:

“Abdülkadir Geylani Hazretleri (r.a.) seni istiyor... Ses yok; oraya git! Bir müddet sonra hep birlikte Allah’ın(cc), Peygamberin(sav) huzuruna çıkacağız!”

dedi. Arkadaşlarımı aldım. Gavs-ı Azam Abdulkadir Geylani Hazretlerinin (r.a.) arkadaşları arasına karıştık. Sancağımı sancağının altına diktim. Bir müddet sonra tekrar oradan sancağımı aldım arkadaşlarla beraber Haşir yerine gittik. Allah bize o kadar büyük bir selahiyet verdi ki. Haşir meydanında dolandık, dolaştık. Hiç kimse bize nereden geldiniz, nereye gidiyorsunuz? demedi... Fazl-ı Bari Cenab-ı Hakk bize na-mütenahi selahiyet bahşetmiş. Bununla beraber, yer gök melekleri bir ara tespih ettiler. Oradakilerden sorduk:

“Bu ne ki?” diye... Dediler ki:

“Rabbi’l Azze Cenab-ı Hakk zuhur edecek!”

dediler. Hakikaten bir müddet sonra Rabbil Azze Cenab-ı Hakk zuhur etti ve arkadaşlarıma da ferden ferda Cenab-ı Hakkı gösterdim. Bir müddet sonra yine yer gök melekleri tespih etti.

“Bu nedir?” diye onlara sordum. Dediler ki:

“Peygamber aleyhisselat-ı vesselam zuhur edecek!”

Neticede bir müddet sonra Peygamber aleyhisselat-ı vessellem zuhur etti ve arkadaşlarıma gösterdim. Ondan sonra Peygamber aleyhisselat-ı vessellem bana bir anahtar uzattı. Anahtarın üzerinde “La ilahe illalah Muhammeden Resullah” ibaresi yazılıydı:

“Osman, cennetin kapısını sen açacaksın!”

dedi. Hakikaten Cennetin kapısını açtım ve arkadaşlarla beraber içeriye girdik. Cenneti, Kur'an'da Cenab-ı Hakk az methetmiş; cennet daha fazla methe şayan bir yer. İçeri girdik ve herkesin makamına göre çalışması nispetine göre yerini ayırdık ve yerleştik. Vaziyet bundan ibaret."

“Allaahhh!, Huuu!, Bakii!, Hayyy!” diyerek gözünü açtı bana baktı ve döndü dedi ki: “Oğlum biraz evvel buraya kim gelmiş?” dedi. “Bendim baba.” dedim... “Ne dedim?” dedi... “Nerelisin?” dedin, ben de “Bağdatlıyım” dedim. “Kimin oğlusun?” dedin, ben de “Osman'ın” oğluyum"... “İsmin?” dedin, ben de “Lütfü”dedim... Bunun üzerine, “Ya Rabbi şükür! Ya Rabbi şükür!”... dedi. Üç defa şükür ettikten sonra tekrar secdeye kapandı, Allah'a hamdü sena etti... Sonra “Oğlum, ben elli altı sene evvel tekkedeyken bu hal Şeyhimin başından geçti... Şeyhim Rahmetullah-ı aleyh Şeyh Ömer (r.a.); oğlu Necmettin’den (r.a.) bu suali sormuştu.. Allah bize de nasip etti. Dolayısıyla, Allah’a şükrederiz, vaziyet bundan ibaret." Allah büyüklerimizin şefaatine nail eylesin...


 
 
  SON BİR (1) YILIN TOPLAMI 31452 ziyaretçi kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol