*** SEYYAH-I FAKİR * TÜRBEci BABA*** OĞUZ SOYU-ÜÇOKLAR KOLU-GÖKHAN BOYUNUN TÜRKÇÜ TURANCI TÜRKMEN ÇEPNİ AYVAZ OTAĞI (Âlem de ŞER Oğuz'da ER tükenmez.!)
  (30) ŞEHİTLİKLER VE TÜRBELER :HZ. EYÜP PEYGAMBER, HZ.İBRAHİM ALEYHİSSELAM ve TÜRBELER.. - ŞANLIURFA
 
19-20/04/2017 Tarihlerinde Arkadaşlardan Numan SARI ve Osman GEDİKLİ ile birlikte ziyaret ettik..

ŞANLIURFA

HZ. EYÜP PEYGAMBER ve HZ.İBRAHİM ALEYHİSSELAM
























HZ. İBRAHİM ALEYHİSSELAM

Kur’an’ı Kerim’de Allah (c.c)’ın “Halil/dost” diye nitelediği ulu’l-azm (büyük peygamberler) mertebesinde olan Hz. İbrahim Aleyhisselâm’ın sağlam imanından, eşsiz mücadelesinden, ateşe atılmasından, evlatla imtihan edilmesinden ve insanlık için örnek şahsiyetinden bahsetmek istiyorum. Yüce kitabımız Kur’an’da ismi en çok zikredilen Hz. Musa (a.s)’dan sonra Hz. İbrahim Aleyhisselam gelir. Yirmi beş sürede yetmiş kûsur defa Hz. İbrahim Aleyhisselâm’ın bizzat adı anılarak kendisinden bahsedilmiştir. Bu sebeple Hz. İbrahim Aleyhisselâm’ın hayatında bizim için önemli örnekler z
ikredilmiş ve bunlardan ibret almamız istenmiştir. İbrahim Aleyhisselâm putlara tapan Keldani kavmine/Babil’e peygamber olarak gönderilmiştir. Uzun süren davetinde başta (üvey) babası Azer olmak üze-re toplumun birçoğu kendisine inanmamıştır. Hz. İbra-him (a.s) babasının bu durumuna üzülmüştür ama ona darılmamamış ve küsmemiştir. İman etmemiş ol-sa bile, bir babaya nasıl davranılması gerektiğini en güzel konuşma üslubuyla bizlere göstermiştir. Hatta onun için Allah’ta rahmet dileyerek babasına karşı şöyle demiştir: “Selam sana (esen kal) dedi, Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü o bana karşı çok lütufkardır.” (Meryem,19/47) O dönemde milletin başında bulunan Nevrut, sahip olduğu servet ve saltanatıyla kendisini ilâh sanmaktaydı. Tek Allah inancı hakkında Hz.İbrahim ile münakaşaya girişti. Kendisinin de öldürücü ve diriltici özellikte olduğunu ileri sürdü. Bunun için de yanına çağırdığı iki adamdan birini öldürdü, birini de serbest bıraktı. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmektedir: “Allah, kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut’u) görmedin mi? İş-te o zaman İbrahim: Rabbim hayat veren ve öldü-rendir, demişti. O da: Hayat veren ve öldüren be- nim, demişti. İbrahim:” Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir, dedi. Bunun üzerine kâfir şaşırıp kaldı…” (Bakara, 2/258). Keldani/Babil kavmi bir bayram günü şehir dışına çıktıklarında; Hz. İbrahim onların tapmakta oldukları puthanedeki en büyüğü hariç bütün putları kırmış ve onları düşünmeye sevketmek için sadece en büyüğü-nü sağlam bıraktı ve baltayı da onun boynuna asmış-tır. Bu durum öyle bir tehlikeliydi. Çünkü putlara tapan bütün toplumu karşısına almak anlamına geliyordu. Nitekim putları bu hale getirenin İbrahim (a.s) olabileceğini düşündüklerinden, onu yakalayıp Nemrut’un huzuruna getirmişler ve yargılamışlardır. Korkusuzca sorulara cevap veren Hz. İbrahim; “Belki de bu işi büyükleri yapmıştır. Hadi onlara sorun; konuşuyorlarsa! dedi” (Enbiya,21/63). Halk putların cansız ve konuşamaz olduklarını bildiklerinden, Hz. İbrahim’e söyleyecek bir şey bulama-mışlardı. Hz. İbrahim’in davasındaki samimiyetini, korkusuzluğunu ve üstün cesaretini gören kavmi, bilgi ile onu susturamayacaklarını anlayınca, ölümle hem de ateşe atarak yakmakla hak dini yok edeceklerini sanmışlar ve nitekim öylede yapmışlardır. İşte burada Hz. İbrahim büyük bir imtihan vermiştir: Ateşle imtihan! Büyük bir ateş hazırlanmış, ateşin alevi en şiddetli ve hararetli duruma geldiğinde Hz. İbrahim (a.s)’i büyük bir mancınıkla fırlatıp ateşin ortasına atmışlardır. Ancak ateşin ve her şeyin sahibi olan Allah (c.c), ateşe şöyle emir verdi: “Ey ateş! İbrahim’e karşı se-rin ve esenlik ol! dedik” (Enbiya,21/69). Hz. İbrahim (a.s), ateşe atılmak üzere iken Allah’a tevekkül ederek, “Hasbiyallahü ve ni’mel-vekil” yani “Bana Allah’ım yetişir. O ne iyi vekildir” diye dua etti (Buhari, Tefsir,13). Mancınıkla havaya atıldığı sırada, Cebrail (a.s); “Ey! İbrahim bir hacetin, bir talebin var mı?” diye sordu. Hz. İbrahim Allah’tan başka hiçbir kimseden yardım beklemediğini ve her şeyini Rabbinin bildiğini söyledi. O anda Allah’a şöyle yalvardı: “Ey Allah’ım! Sen, göklerde tek’sin! Yerde de tek’sin! Ben de, şu an yerde tek’im! Yerde benden başka sana ibadet edecek kimse yoktur.” (Asım Köksal, Peygamberler tarihi,1/157). Ateşe atılarak yakılmak istenen Hz. İbrahim, hiç korkmamış ve Allah’a teslim olmuştur. İşte bu iman onu kurtuluşa erdirmiştir. İbrahim (a.s)’ın ,ateşin içinden dipdiri çıktığını gören bazı kimseler; Nemrut ile adamlarının şerrinden korkmalarına rağmen, İbrahim Aleyhisselam’ın davetine icabet ederek, Allah’a iman ettiler. İman edenler arasında kardeşi Hâran’nın oğlu Lut b.Hâran, b.Târah ile İbrahim’in büyük amcası Hâran’ın kızı Hz.Sâre de bulunuyordu. Yüce Allah, İbrahim Aleyhisselama Nemrud’un ülkesinden ayrılıp kut- sal Şam topraklarına doğru gitmesini emretti. İbrahim (a.s) ile kendisine tabi olan sahabileri de, kavimlerinden ayrılmayı kararlaştırdılar. İbrahim Aleyhisselâm Rabb’inin yolunda Muhâcir olarak, yurdundan (Urfa) gizlice ayrıldı. Hz. Sâre ve kardeşinin oğlu Hz. Lut (a.s) bu yolculuğa katıldı. Yüce Allah, İbrahim Aleyhisselama, Hz. Sare ile evlenmesini vahyetmişti. Hz. Sare de, hiç boşanmamak şartıyla kendisiyle evlene-bileceğini teklif etti. İbrahim Aleyhisselam bu şartla onunla evlendi. O zaman İbrahim Aleyhisselam otuz yedi yaşında idi. O zaman, Kûsa halkının ve İbrahim Aleyhisselamın dili Süryanice idi. Nemrut, Muhacirlerin arkalarından koşturdu: “Süryanice konuşan hiç kimseyi bırakmayıp bana getirin dedi!” dedi. İbrahim Aleyhisselam Harran’da Fırat’ı geçince, Yüce Allah, onun dilini, İbraniceye çevirdi, değiştirdi. Nemrutun adamları, İbrahim Aleyhisselama yetiştiler. Adamlara İbranice konuşunca, onlar İbrahim Aleyhis-selâm’ın dilini anlayamadıkları için, kendisini ve yanındakileri geri çevirmeyip serbest bıraktılar. Muhacir- ler, Harran’a varıp orada bir müddet oturdular. İbrahim Aleyhisselam’ın babası Târah (Azer), iki yüz beş yaşında iken, orada öldü. Yüce Allah tarafından, İbra-him Aleyhisselama, Ken’anilerin yurduna gitmesi emir ve kendisinin zürriyetinin yerdeki kumlar sayısınca çoğalacağı müjdesi verildi. İbrahim Aleyhisselam oradan Ürdün’e, oradan da Mısır’a gitti. İbrahim Aleyhisselâm; zevcesi Hz. Sâre ile birlikte Mısır’a varınca şehrin giriş kapısında vazife yapan görevliler, Hz. Sâre’yi görür görmez, yüz güzelliğine hayran oldular ve Mısır’ın Firavunu Totıs’a haber verdiler. “Şark halkından buraya, bir adam geldi. Onun yanında, bir kadın var ki, kendisi insanların en güzellerindendir. İnsanlar, ondan daha güzel yüzlüsünü ve güzelini, görmemiştir!” dediler. Firavun’un adamların- dan biri de, Firavunun yanına giderek; “O, senden başkasına layık olamaz!” dedi. Firavun, İbrahim Aleyhisselam’a: “O kadın kimdir? Senin neyin olur?” diye sordu. İbrahim Aleyhisselam, Hz. Sare hakkında “Benim hanımımdır!” diyecek olursa, bu yüzden, kendisinin öldürüleceğini düşünerek, “Kız kardeşimdir” dedi. Firavun onu görmek istedi. Kendisine muhalefet edilemezdi. Yüce Allah, İbrahim Aleyhisselama, Firavun’un, Hz. Sare’ye kötülük yapa-mayacağını, bildirdi. İbrahim Aleyhisselam, hemen Hz. Sâre’nin yanına geldi. “Bu zorba, senin, benim zevcem olduğunu öğrenirse, senin için bana, galebe çalar. Bunlar, seni, bana sordular. Kız kardeşimdir! diye cevap verdim” dedi. Firavun adamlarını göndererek, Hz. Sare’yi yanı-na getirtti. Hz. Sare, Firavun’un huzuruna girince, Firavun ayağa kalktı. Hz. Sare hemen namaza durdu. Namazını bitirince: “Ey Allah’ım! Ben, Sana ve Se- nin Peygamberine inanmış; kadınlığımı da kocamdan başkasına karşı, temelli olarak korumuş bir kulun olarak, şu kâfiri, bana sataştırma!” diyerek dua etti. Firavun zina niyetiyle Hz. Sâre’ye dokunmak için üç defa elini kaldırdı, fakat her defasında eli tutuldu. Firavun Hz. Sâre’ye: “Allah’a dua et de; elimi salsın” dedi. Hz. Sâre: “Ey Allah’ım! Eğer, doğru sözlü ise, elini, bırak!” diyerek dua edince, Firavun’un eli bırakıldı. Hatta bir rivayete göre de: Firavun’un, her saldı-rışta eli tutulmakla kalmamış, aynı zamanda, nefesi de boğulup bağırmaya ve tepinmeye başlamıştı. Bu-nun üzerine, Hz. Sâre: “Allah’ım! Eğer, bu herif burada ölürse (Onu bu kadın öldürdü) denilir” diye- rek endişelenmişti. Firavun adamlarını çağırarak “siz bana bir insan değil, sanki bir şeytan getirmişsiniz” dedi. “Onu İbrahim’e geri çevirin. Ülkemden hemen çıkarın. Ayrıca Hacer’i de, ona veriniz!” de-di. Firavun Hz. Sâre’ye: “Gerçekten senin Rabbin büyükmüş!” dedi ve kendisinin, İbrahim Aleyhissela-mın neyi olduğunu sordu. Hz.Sâre: “Kocam ve akra-bam olur” dedi. Firavun: “O, senin için kız kardeşi olduğunu, söylemişti.” dedi. Hz. Sâre: “Doğrudur. Ben, onun, dinde kız kardeşiyim. Bizim dinimizde herkes, din kardeşimiz sayılır.” dedi. Firavun, bu durum karşısında Hz. Sâre’ye: “Ne güzel dininiz varmış” demekten kendisini alamamıştır. Böylece Mısır’ dan ayrılarak Filistin’ topraklarına yerleştiler.

Kaynak: Şevket BOYRAT

Hazret-i İbrâhîm’in “–Benim Rabbim dirilten, hayat veren ve öldürendir!” sözüne öfkelenen Nemrûd, O’na nasıl bir cezâ verileceği husûsunda avanesini toplayıp onlarla istişâre etti.

Henûn  adında bedbaht birisi: “–O’nu büyük bir ateşte yakalım!” dedi.

Bu teklif kabûl edildi. Ateş için hazırlıklar başlatıldı. Bir ay odun taşındı.

Câhil ve ahmak halk:  “–Bu insan, bizim putlarımıza karşı çıkıyor!” diye odun taşıma işinde seferber oldular. Dağ gibi odun yığıldı. Yakılan ateşin alevleri semâlara çıkıyordu. Harâretinden dolayı, kuşlar yakınından bile geçemiyordu.

Bütün hazırlıklar bitince halk, ateşin başına toplandı. İbrâhîm -aleyhisselâm- elleri kelepçeli ve ayakları prangalı bir şekilde oraya getirildi. Ancak o büyük peygamber “Halîl” olduğu için çok zor bir durumda olmasına rağmen büyük bir teslîmiyet ve tevekkül içinde idi. Gönlünde en ufak bir korku ve endişe yoktu.

MELEKLER ALLAH’A DUÂ ETTİLER

Nemrûd ve cemâati, O’nun ateşe nasıl atılacağını müzâkere ettiler. Nihâyet, mancınıkla atılmasına karar verdiler.

Yerdeki ve gökteki melekler, hayret içinde: “–Aman yâ Rabbî! Sen’i en çok zikreden İbrâhîm -aleyhisselâm- ateşe atılıyor! O Sen’i bir an bile unutmayan bir peygamberdir! O’na yardım etmek için bize izin verir misin Allâh’ım?” diye yalvardılar.

Allâh Teâlâ’nın izin vermesi üzerine bir melek İbrâhîm -aleyhisselâm-’a geldi:

“–Rüzgârlar emrime verildi. Arzu edersen ateşi darmadağın edeyim!” dedi.

Diğer bir melek: “–Sular emrime verildi. İstersen ateşi bir anda söndüreyim!” dedi.

Bir başka melek: “–Toprak emrime verildi. Dilersen ateşi yere batırayım!” dedi.

İbrâhîm -aleyhisselâm- ise, bu meleklere: “–Dost ile dostun arasına girmeyin! Rabbim ne dilerse ben ona râzıyım! Kurtarır ise, lutfundandır. Eğer yakar ise, kusûrumdandır. Sabredici olurum inşâallâh!” diye mukâbelede bulundu.

Mancınığa konup ateşe atılmak üzere iken de İbrâhîm -aleyhisselâm-: “Allâh bize yeter, o ne güzel vekîldir.” diyordu.

“ALLAH BİZE YETER, O NE GÜZEL VEKİLDİR”

Abdullâh bin Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’nın rivâyet ettiğine göre İbrâhîm -aleyhisselâm- bu sözü, ateşe atılırken söylemiştir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de bu sözü, “Müşrikler size karşı toplandılar, başınızın çâresine bakınız!” denildiğinde söylemiştir. Bunun üzerine Müslümanların îmânları artmış ve hep birlikte: “Allâh bize yeter, O ne güzel vekîldir!” diyerek, Allâh’a karşı eşsiz bir teslîmiyet örneği sergilemişlerdir. (Buhârî, Tefsîr, 3/13)

CEBRÂİL ALEYHİSSELÂM GELDİ

Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm- tam ateşe atılmak üzereyken Cebrâîl -aleyhisselâm- geldi ve:

“–Bir dileğin var mı?” diye sordu. İbrâhîm -aleyhisselâm-: “–Evet, bir talebim var, fakat senden değil!” cevâbını verdi.

Cebrâîl -aleyhisselâm-, İbrâhîm -aleyhisselâm-’a hayretle: “–Niçin Allâh’tan kurtuluş istemiyorsun?” dedi.

O da: “–Hâlimi O biliyor! Ateş kimin emri ile yanıyor? Yakma kimin işidir?” diye cevap verdi. Şâir bu cevâbı; “Âgâh olunca hâle, hâcet mi kalır suâle!” şeklinde mısrâya dökmüştür.

Allâh Teâlâ, İbrâhîm -aleyhisselâm-’ın meleklerden bile müstağnî davranıp bütün talebini Hakk’a yöneltmesinden râzı olmuş, O’nu Kur’ân-ı Kerîm’de:

“Sözünün eri olan (ahdine vefâ gösteren) İbrâhîm.” (en-Necm, 37) âyet-i kerîmesiyle senâ etmiştir.

Yine Cenâb-ı Hak, O’nu: “Rabbi O’na «Teslîm ol!» deyince, derhal «(Bütün varlığımla) Âlemlerin Rabbine teslîm oldum!» dedi.” (el-Bakara, 131) âyet-i kerîmesi ile de, teslîmiyet timsâli olarak takdîm ve taltîf etmiştir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları



Hz. EYÜP PEYGAMBER 

Geçmiş zamanların birinde bağlarıyla ünlü Suriye topraklarında Eyüp adında zengin ve iyi ahlaklı biri yaşardı. ‘Para insanı saptırır’ derler ya, onunkisi öyle değildi; malı gün geçtikçe çoğalıyor, o da gün geçtikçe daha çok hayırsever biri oluyordu. Malın mülkün Allah vergisi olduğunu, onların bir gün hesabını vereceğini aklından çıkarmaz, dilinden şükrünü, malından sadakasını eksik etmezdi.

 

Bir insan hem varlıklı hem ahlaklı olunca, onu çekemeyenler de elbette olacak… Bazıları şöyle diyordu:

“–İnsan bu kadar varlıklı olduktan sonra elbette herkese dağıtır… Malı nasıl olsa çok..! Dağıt, dağıt bitmez ki...! Bu kadar refah içinde olan biri tabi ki iyi ahlaklı olur; ona sataşan yok, çatışan yok… Herkes ona nasıl olsa saygılı davranıyor…”

Oysa Allah, kulu Eyüp’ün samimiyetini ve Hakk’a bağlılığını biliyordu. Bunu diğer insanlara da göstermek istedi. Hem böylece Eyüp gelmiş geçmiş herkese sabrın simgesi olacaktı.

Hz. Eyüp’ün tıkır tıkır giden işleri ilk kez hayvanlarının peş peşe hastalanmaya başlamasıyla bozuldu. Kısa süre içinde koca sürüden bir tek sıska inek, bir tek kara keçi kalmadı; hepsi telef oldu. İnsanlar Eyüp’ün bu duruma ne diyeceğini merak ediyor; ağzını yoklayarak:

“–Nedir bu başına gelenler…!” diyor ah vah ediyorlardı. Eyüp peygamber yüksek ahlakından ödün vermeksizin:

“-Allah verdi; Allah aldı; her şey O’nun değil mi?” diyordu.

Eyüp Peygamber hayvanlarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.

Belalar geldiğinde aile ve akrabalarıyla gelirmiş...! Eyüp Peygamber bir gün dışarıda işleriyle meşgul iken acı bir haber aldı. Ani bir sarsıntıyla evleri yıkılmış, tüm çocukları göçük altında kalmıştı. Yıkıntıdan sağ kurtulan yalnızca karısıydı. Hz. Eyüp’ün gözleri evlat acısından kanlı yaşlarla doldu; ama ‘sabır’ dedi.

Eyüp Peygamber çocuklarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.

 

 

Belalar henüz bitmemişti. Hz. Eyüp’ün vücudunda yaralar çıkmaya başladı. Küçük küçük çıbanlar, gün geçtikçe büyüdü; bütün vücuduna yayıldı. Eyüp Peygamber hekimlere gitti, ilaçlar kullandı ama nafile… Yaralar iyileşeceğine azıyordu. Eyüp Peygamber’in hastalığı arttı. Artık çalışamadığı için elde avuçta ne varsa hepsini tüketti. Karısı ona bakıyor, evi geçindirmeye çalışıyordu.

Eyüp Peygamber’in yaraları çok fenalaştı. Hastalığının bulaşıcı olması ihtimaline karşı kimse onun yanına yaklaşmak istemiyordu. Eyüp Peygamber yapayalnız kalmıştı. Acı ve ıstıraplar içindeydi… Allah’a dua etmeye ve O’ndan sabır istemeye devam etti. Ama artık bırakın vücudunu hareket ettirmeyi, dudaklarını kıpırdatacak takati kalmamıştı. Bir insanın başına gelebilecek her türlü felaket ve müsibet, onun başına gelmişti ve o, tıpkı sağlıklı ve varlıklı günlerinde olduğu gibi Allah’tan uzaklaşmamış, O’na olan bağlılığını ve güvenini kaybetmemişti. Hz. Eyüp imtihanını başarıyla geçmiş ve insanlara örnek bir kul olmuştu.

Eyüp Peygamber sağlığını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.

Hastalığının şiddetlendiği bir anda:

“Ey Rabbim!” diye dua etti. Halim sana malumdur. Adını anamayacak kadar hastayım! Ey Şifa Veren! Şifana muhtacım…”

 

 

Yüce Allah, kulundan hoşnuttu. Eyüp Peygamberin makamını, katında daha da yüceltti. Ona:

“–Ayağını yere vur” diye vahyetti. Eyüp Peygamber güçlükle ayağını kaldırıp indirdi. Ayağını indirdiği yerden berrak bir su kaynamaya başladı. Eyüp Peygamber o suyla yaralarını temizledi. Yaraları kısa sürede kuruyup kayboldu; sudan doyasıya içti, içindeki dertler şifa buldu. Eyüp aleyhisselam, hastalanmadan önceki sağlığına tez zamanda kavuştu. Sağlığını kazanan Hz. Eyüp, servetini de yeniden kazandı. Böylece o, refah ve sağlık içindeyken Allah’ı unutmadığı gibi, yoksul ve hastalıktayken de O’na küsmedi, isyan etmedi. Böylece Eyüp aleyhisselam, Allah’ın sadık ve sabırlı bir kulu olarak tarihe geçti.

Kaynak:Anlatım: Dr. Ali Kuzudişli



Urfa Kalesi Hz.İbrahim Efsanesi ve Balıklı Göl 

Şanlıurfa`da gezilip görülecek yerlerin başında "Urfa Kalesi" gelir.
Damlacık adı verilen tepe üzerinde kurulmuştur.Yapıldığı tarih belli
değildir.İç kale 25 kuleli ve tek kapılıdır.Şanlıurfa ili iç kale ile dış
kale arasında yer almaktadır. Efsanelere göre Hz.İbrahim peygamber
burada bulunan ve mancınık görevi gören iki sutundan firlatılarak
ateşe atlmış fakat düştüğü ateş ufak bir göle dönüşmüştür."Halilü`r
Rahman Camii"si önündeki bu göle "Ayn-ı Zeliha Gölü" denir. Halk
arasında "Balıklıgöl" olarak bilinir. Büyük bir havuz olan ve etrafı
yontulmuş taşlarla cevrilmiş bu gölde kutsal sayılan binlerce balık yaşar.
Ayn-ı Zeliha Zeliha Kaynağı demektir.Hz.ibrahim camiisi 13 yy. yapılmıştır.
Efsaneye göre İbrahim peygambere inanan babil hükümdarı Nemrut`un kızı
kendini aynı ateşe atmış ibrahim peygamberle birlikte yanmak istemiştir.
Gölcükteki balıkların yanan odunların parçaları olduğuna inanılır.


Eyyüp Peygamberin Çile Mağarası ve Harran 


Urfa yakınlarında Eyyüp Peygamberin çile doldurduğuna inanılan mağara
(Eyyüp Mağarası) Suayip Peygamberin yaşadığı Suayıp şehri(Ş.Urfa`ya
120 km. uzaklıkta) Şanlıurfa`nın 44 Km. güneyinde ki Harran görülmesi
gereken yerleri başında gelir.Harran`da Mezopotamyada yaşamış
uygarlıkların hemen hepsinin izleri görülmektedir.Harran`daki en ilgi
çekici eser islam imparatorluğu döneminde kalan ve meteoroloji gözlemleri
için kullanılan 40 metre yükseğinde ki kuledir. Harran'da dünyanın en
eski universitesi olduğu anlaşılan yapılarda bulunmuştur.Harran
kalesi ve diğer eserler günümüzdeki varlığını halen korumaktadır.
Koni biçiminde ki Harran evleri ve arkeolojik kalıntılar Turistlerin
ve özelikle dünya bilginlerinin büyük ilgisini çekmektedir.Bizans
döneminde kalan Siverek Kalesi ile Suayıp Şehrine giden yol üzerinde
bulunan Asurlulardan kalma Sumatar şehri antik uygarlıkların birer
örneğidir.Şanlıurfa`da saf kan Arap atları yetiştiren bir harada görülmesi
gereken eserler arasındadır.

Hz.İbrahim`in Doğduğu Mağara ve Hz.İbrahim Camii 

Urfa`da en çok ziyaret edilen yerlerin başında Hz.ibrahim`in doğduğu
mağara gelmektedir.Bu mağaranın önünde 13 yy. yapılmış olan Hz.camisi
bulunmaktadır.Caminin avlusunda Bedüzaman Said Nursinin türbesi bulun
maktadır.Bu türbe daha sonra bilinmeyen kişiler tarafından çalınıp bilinme
bilinmeyen bir yere götürülmüştür.Hz.ibrahim bu mağarada 10 yaşına kadar
kaldı.Bu mağara Halil-ür Rahman ve AynZeliha göllerinin 100m doğusunda
yer almaktadır.Mağaranın içimde bulunan şifalı suyun bir çok hastalığa
derman olduğuna inanılmaktadır.

TÜRBELER

 ŞAZELİ ALİ DEDE
Şazeli Ali Dede 17.yy.’de Urfa’da yaşamış Kadiri tarikatına bağlı Şazeli kolundan bir tarikat şeyhidir. Ali Dede Afrika’dan İstanbul’a gitmiş ve Erenköy’e yerleşmiştir. Daha sonra Urfa’ya gelip Halil ür-Rahman civarına yerleşmiş ve tekke açmıştır. Osmanlı Padişahlarından IV. Murat, 1639 Bağdat Seferine giderken, Şazeli Ali Dede’ye misafir olur. Padişahın verdiği beraata göre Afrika’da yaşayan Şazeli Tarikatı kurucusu Şazeli Hasan Dede’nin evlatlarındandır. Padişah IV. Murat, Ali Dede’nin müracaatı üzerine Karaköprü Köyünü Ali Dede’ye bağışlamıştır.
 ŞEYH DEDE OSMAN AVNİ TÜRBESİ
Devrinin en büyük Kadiri Şeyhi Şeyh Dede Osman Avni (K.S) hazretleri İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s)’in soyundandır. Türbenin üzerindeki kitabede şunlar yazılıdır: “Burası bütün evliyanın sultanı Ğavsül-a’zam hazreti Abdulkadir Geylani hazretlerinin pak dergâhlarıdır”. Şeyh Efendi, sürekli Mevlidi Halil Camii’nde oturmuş ve orada hizmetini yapmıştır. Bu şekilde 70 sene şeyhlik yapmış ve 1883 senesinde vefat etmiştir. Kendisinden sonra tarikatın hizmetini yapan Hafız Halil Efendi’nin yazdığına göre Şeyh Efendi, 100 yıl kadar yaşamıştır. Dede Osman’ın tesbihi, cübbesi ve bazı eşyaları hala caminin ziyaret girişinde sergilenmektedir.
 BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ MAKAMI
 Said Nursî, nüfusa göre Said Okur, 1878’de Bitlis’te doğmuştur. İslam bilgini ve Kur’an-ı Kerim’in açıklanması ile ilgili ilim dalı olan tefsir âlimi yani müfessirdir. Risale-i Nur Külliyatının yazarı ve Nur Cemaatinin ilk lideridir. Said Nursi, 31 Mart İsyanı sonrasında tutuklandı, suçsuz bulunarak serbest bırakıldı. Atatürk’ün isteği üzerine Ankara’ya giderek Atatürk’le görüştü ve bir süre orada ikamet etti. Daha sonra Van'a yerleşti. Şeyh Said İsyanı ile herhangi bir ilişkisi olmamasına rağmen, Isparta’nın Eğridir İlçesine bağlı Barla’ya sürgün edildi. Daha sonra da Burdur, Isparta, Kastamonu ve Emirdağ’da yazdığı bazı kitaplar sebebiyle sürgün edildi. Kitaplarından dolayı yargılandığı dönemlerde aylarca Eskişehir, Denizli, Afyon hapishanelerinde tutuklu kaldı, ancak beraat etti.
 23 Mart 1960'da Şanlıurfa’da vefat etti. Halil ür-Rahman Dergâhına defnedildi. Ancak 27 Mayıs Darbesi(1960) hükümetinin emriyle, 12 Temmuz 1960'da mezarı açıklanmayan bir yere nakledildi.
 ABDULKADİR ERBİLİ TÜRBESİ
 
 Abdulkadir Kemaleddin Efendi aslen Erbilli’dir. 1806 doğumlu olan Abdulkadir Erbili, devrinin büyük din âlimi ve mutasavvıflarındandır. Kendisi: hem Kadiri, hem Halvetî ve hem de Nakşibendî tarikatının halifeliğini kazanmıştır. Fakat Halveti tarikatı şeyliğinde şöhret kazanmıştır. Erbil'de Abdurrahman Talbanî'nin talebesidir. Urfa'ya ne zaman geldiği belli değildir. Kendisi 1897’de (hicri 1315) 91 yaşında iken Urfa’da vefat etmiştir. Mezarı Kurtuluş meydanında tamirini yaptırdığı Halveti tekkesinin yanında bulunan türbe içindedir. Araplarda insanlar büyük oğullarının ismi ile çağrıldıklarından, bu kitabede de Muhammed Muhyiddin'in babası anlamına gelen "Ebu Muhammed Muhyiddin" denilmiştir. Yani hem babasının adı ve hem de büyük oğlunun adı Muhammed Muhyiddin'dir.
 
 Eserleri:
 
 1-Hüccetü z-Zakirin ve reddü'l-münkirin: Tasavvufa dairdir.
 
 2-Miratü'ş-Şuhud fi beyani vahdeti Vücud: Bu da tasavvufa dairdir.
 
 3-Hadikatü'1-Ezhar fi'l-Hikmeti ve’l-Esrar: Rabbani ilimlerden söz etmektedir.
 
4-El-İlhamati'r-Rahmaniye fi meratibi'l-Hakikati'l-İnsaniye: İnsanların gerçek derecelerinde Rabbani
 
ilhamlar konusundadır.
 
 5-Tefrihu'l-Hatır fı Menakibi Abdulkadir:
 6-Tarikatü'l-Rahmaniye fı'r-Rücui ve'l-Vusuli ile'l-Hazreti Aliye:
7-Ed-Dürerü'1-Müteberetü fi Şehri'1-Ayati Semaniyete Aşere min mukaddimeti'1-Mesnevi Şerif
NEBİH EFENDİ
Devrinin büyük alim ve evliyasından olan Nebih Efendi’nin Türbesi Bediüzzaman Mezarlığının batı tarafındadır. Halk arasında Nebi Efendi olarak tanınır. Aynı türbede Nebi Efendi’nin ayakucunda Şeyh Abdurrahman Efendi ve Kürt Hac Ali Efendi’nin mezarları bulunmaktadır. Bu türbe halk tarafından sürekli ziyaret edilmektedir. Nebih Efendi, 1789’da (hicri 1203) vefat etmiştir. Nakşibendî tarikatına mensuptur. Nebih Efendinin tekkesi Bıçakçı Meydanı yakınındaki Nabi Sokak’tadır. Nebih Efendi’nin Türbesinin dışarısında ve kuzey tarafında ise oğlunun mezarı bulunmaktadır.
 SEYYİD MAKSUD OĞLU SEYYİD HACI ALİ TÜRBESİ
 Harran Kapı Mezarlığı içerisinde yer alan bu türbe, kesme taşlardan sekizgen planlı ve tek kubbeli olarak inşa edilmiştir. Kitabesinde şöyle yazılıdır: "Bu mezar, seyyidler seyyidi, iyilik ve güzellikler babası, Seyyid Maksud oğlu Seyyid Hacı Ali'nindir. Allah'ın rahmetine kavuştuğu Rebiyülevvel 1003 (Kasım 1594) tarihinde burası bina edilmiştir." Türbede, Seyyid Ali'den başka 1876'da vefat eden Kadiri Şeyhi Hacı Mustafa Efendi, iki oğlu, bir kızı ve 1969'da vefat eden Şeyh Hüseyin'e ait olmak üzere toplam 6 mezar bulunmaktadır.
 ŞEYH MÜSLÜM HAFIZ
Devrinin büyük âlim, evliyası ve hafızıdır. Nakşibendî halifesidir. Nakşibendî tarikatının Halıdiye koluna mensuptur. Kendisi Kerküklü Şeyh Abdurrahman Efendinin Halifesidir. Türbesi Harrankapı Kabristanındadır. 1958 yılında vefat etmiştir. 9-10 yaşlarında Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş ve Hasan Padişah Camii’nde mukabele okumuştur.
 HARTAVÎZADE HAFIZ MUHAMMED SELİM TÜRBESİ
 Türbe, Dabakhane Camiinin batı kapısı bitişiğindedir. Şeyh Muhammed Selim Efendi 1785 tarihinde Urfa'da doğmuştur. Tasavvuf dünyasının büyüklerinden 1826’da (hicri 1242) vefat eden Nakşibendi Şeyhi Mevlana Halid-i Bağdadî Hazretlerinin mürididir. Muhammed Selim Efendi, şeyhi ölünce Urfa'da Halid Bağdadî'nin halifeliğini devam ettirmiştir. Muhammed Selim 1860 da Urfa’da vefat edince Mevlid-i Halil Kabristanına defnedilir. 1874'te (hicri 1291) yol çalışmaları nedeniyle Şeyhin kabri Dabakhane Camiindeki bugünkü yerine nakledilir. Türbe, Hafız Muhammed Selim Efendinin oğlu Ferideddin tarafından 1880’de (hicri 1298) yaptırılmıştır. Urfa salnamesi de Hartavi Hafız Muhammed Selim Efendinin Türkçe, Farsça ve Arapça şiirler söylemiş büyük bir âlim ve şeyh olduğunu kaydetmektedir.
 ŞEYH MES’UD TÜRBESİ
Şanlıurfa'daki türbelerin en eski tarihlisi olan bu yapı, aslında dört eyvanlı kapalı Selçuklu medreseleri tarzında inşa edilmiş bir medrese yapısıdır. Doğudaki eyvanın alt kısmındaki odada Şeyh Mesut’un mezarı, eyvan içerisinde de sandukası bulunmaktadır. Şeyh Mesut, Anadolu’nun İslamlaşmasını sağlayan ve halkın mezheplerle tanışmasını sağlayan Hoca Ahmet Yesevi’nin halifelerinden biridir. Şeyh Mes’ud, Nişabur’dan Anadolu’ya gelerek halka İslamiyeti öğretmekle görevlendirilmiştir. Uzun yıllar Urfa’da Müslümanlığa hizmet etmiş evliyadandır. Yapının 100 metre kadar batısında bulunan bir sarnıcın yanındaki kaya üzerine yazılmış Arapça kitabede: "Bu sarnıc, Nişaburlu Said Hengel'in oğlu Mes‘ud tarafından 10 Receb 579 (m. 30 Ekim 1183) tarihinde oyulmuştur. Kim Allah'ı yardıma çağırırsa, Allah ona ve bütün Müslümanlara yardım ve merhamet etsin" yazılıdır.
 CABİR EL-ENSAR CAMİİ VE TÜRBESİ
Harran’ın 20 km. kuzeyindeki Cabir el-Ensar (Yardımcı) Köyünde Cabir b. Abdullah’a (Cabir el-Ensar) atfedilen bir türbe (meşhed) ve yanında yine O’nun adını taşıyan bir cami bulunmaktadır. Mihraba paralel üç kubbe ile örtülü olan caminin doğusuna dördüncü kubbeli bir mekânla türbe eklenmiştir. Cabir el-Ensar’ın hicretten 16 yıl önce (miladi 607) Medine’de doğduğu, 697 yılında yine Medine’de vefat ettiği kaynaklarda kayıtlıdır. Slam Peygamberi Hz. Muhammed ile birlikte birçok savaşa katılan, Hz. Peygamberin vefatından sonra Şam’ın fethinde bulunmuş ve savaş esnasında vücudunun bir parçası kopmuştur. Kopan parçanın gömüldüğü yere bu sahabeye olan saygıdan ötürü bir türbe ve bir camii yaptırılmıştır. 1992 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğünce restore edilen camii ve türbe Şanlıurfa ve civar köylerince yoğun bir şekilde ziyaret edilmektedir.
Kaynak: sanliurfa.gov.tr
 
  SON BİR (1) YILIN TOPLAMI 31457 ziyaretçi kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol